Dilek şirikçi
Yönetim Ekibi
"ı" Harfiyle Başlayan Deyimler ve Açıklamaları Anlamları
ıbret almak: Kötü bir olaydan etkilenerek ders almak."Görmesini bilseydi ibret alırdı her hâlde."
ıcabına bakmak: 1. Gereğini yerine getirmek. 2. Yok etmek, ortadan kaldırmak."O adamın icabına bakarız, merak etme sen."
ıç çekmek: Üzüntüyle göğüs geçirmek, derin derin soluk alıp hıçkırıkla ağlamak."Yavrucağın iç çekişi dayanılır gibi değildi."
ıç etmek: Eline geçen bir şeyi sahibine bildirmeden kendisine mal etmek, ortadan kaldırıp kimseye göstermemek."Babasına bildirmeden o kadar parayı iç etmiş."
ıç gıcıklamak: 1. Huylandırmak. 2. ıstek uyandırmak.
ıçi açılmak: Sıkıntısı dağılıp gitmek, ferahlamak."Denizi, kuşları, ağaçları seyre dalarım, böylelikle içim açılır, rahatlarım."
ıçi cız etmek: Ansızın içi sızlamak, çok üzülmek."O zavallı ihtiyarı birden bire karşımda görünce içim cız etti."
ıçi çekmek: Canı arzu etmek, istek duymak.
ıçi çıfıt çarşısı: 1. Başkaları için daima art niyet besleyen, içinden türlü kötülükler geçiren. 2. Çok karışık.
ıçi dışı bir: ıkircikli olmayan, iki yüzlü davranmayan, düşündüğünü açıkça söyleyen, özü sözü bir olan."ıçi dışı bir olan insanlara her zaman güvenebiliriz."
ıçi dışına çıkmak: 1. Kusmaktan ötürü çok fena olmak. 2. Bindiği taşıtın çok sarsılması yüzünden bedenî rahatsızlık duymak.
ıçi erimek: Kaygı duymak, çok üzülmek.
ıçi geçmek: 1. ıstemediği hâlde uyuya kalmak. 2. ışe yaramaz duruma gelmek. 3. Yaşlılıktan, zayıflıktan gücü azalmış olmak; hiçbir şeye ilgi duymamak."O artık içi geçmiş bir ihtiyardır."
ıçi gitmek: Çok fazla istek duymak."Vitrindeki kızarmış tavuklara içim gidiyordu ama param olmadığı için alıp yiyemiyordum."
ıçi içine sığmamak: Çok heyecanlanmak, coşkunluk duymak ve sevincini belli etmekten kendini alamamak."Annemi karşımda görünce ne yapacağımı şaşırdım, içim içime sığmıyordu, koşup boynuna sarıldım."
ıçi kabarmak (kalkmak): 1. Midesi bulanmak. 2. Duygulanıp heyecanlanmak. 3. Taşkın bir ağlama duygusu içinde olmak."Ne berbat bir koku, içimiz kabarmadan kalkalım buradan."
ıçi kan ağlamak: ıçten, büyük bir üzüntü duymak; dıştan belli etmeyerek çok acımak."Çocuğunun yüzüne bakarken içim kan ağlıyordu."
ıçi kazınmak: Çok acıktığından ötürü midesinde eziklik duymak."Sabahtan beri açtı, içi kazınıyor ama belli etmemeye çalışıyordu."
ıçinden gülmek: Birisine sezdirmeden içten içe gülmek, eğlenmek.
Bilgicik.Com, Türkçe, Edebiyat, Roman Özetleri, Duvar Yazıları, Atasözleri, Hızlı Okuma, Özlü Sözler, Türk
ıçinden okumak: 1. Dudaklarını kıpırdatmadan, hiç ses çıkarmadan okumak. 2. Ses çıkarmadan sövmek, beddua etmek."Hikâyeyi şimdi de içinizden okuyacaksınız."
ıçinden pazarlıklı: Sinsi, yapacağı kötülükleri sezdirmeyen."Senin gibi içten pazarlıklı adamlarla iş yapmam ben."
ıçine atmak: 1. Derdini, sıkıntısını kimseye söylememek. 2. Kendisine yapılan kötülüğe karşı sesini çıkarmamakla beraber, bunu unutmamak."O her şeyi içine atar, bir gün kanser olacak diye korkuyorum."
ıçine dert olmak: Yapmak istediği bir şeyi yapamadığı için kaygılanıp üzüntü duymak."Hastahanedeki arkadaşımı ziyarete bir türlü gidemedim, bu da içime dert oldu."
ıçine doğmak: Malûm olmak, bir işin olduğunu ya da olacağını sezinlemek, tahmin etmek."Onun bize geleceği sanki içime doğmuştu."
ıçine işlemek: Duygulanmak, etkilenmek, dokunmak."Babamın o etkili sözleri âdeta içime işlemişti sanki."
ıçine çekilmek (kapanmak): Duygularını kimseye açmamak, çevresindeki kişilerle ilişkisini kesmek, yalnızlığa gömülmek."Kardeşinin ölümünden sonra içine çekildi, kimseyle görüşmüyor."
ıçine kurt düşmek: Kuşkulanmak, kendisine zarar geleceğinden şüphe etmek."Tilkiyi civarda dolaşırken gördüğü andan itibaren içine kurt düşmüştü."
ıçine sindirmek: Benimsemek, iyice kabul etmek.
ıçine sinmemek: 1. ıçi rahat etmemek, yaptığı şeyden memnun olmamak. 2. ıstediği gibi olmadığı için rahatlık, mutluluk duymamak; tadına varamamak."ışi bitirdim ama hiç de içime sinmedi."
ıçine sokacağı gelmek: Birini aşırı ölçüde, çok sevmek.
ıçine yedirememek: Benimsememek, kabul edememek.
ıçini dökmek: Dertlerini, sıkıntılarını, üzüntülerini anlatmak."şu koca dünyada içimi dökecek bir insan bulamadım."
ıçini kemirmek: Bir üzüntü ve düşünce dolayısıyla rahatsızlık duymak."ıçini kemiren bu düşünceden kurtulmak istiyordu."
ıçini (bir) kurt yemek: Sürekli olarak bir kaygı içinde olmak.
ıçi parçalanmak (paralanmak): Birine acıyarak çok üzülmek."Onun bu hâlini gördükçe içim parçalanıyor."
ıçi rahat etmek: Endişelenecek bir durum bulunmadığını öğrenerek sıkıntıdan kurtulmak, rahatlamak."Ne yapayım, ben anneyim, onlar sağ salim dönerlerse içim rahat edecektir ancak."
ıçi sızlamak: Bir şey veya kişinin içine düştüğü durum sebebiyle üzülmek.
ıçi titremek: 1. Çok üşümek. 2. Çok istek duymak. 3. Bir zarar gelecek korkusu içinde bulunmak."Hava iyice soğudu, içim titremeye başladı, haydi içeri girelim."
ıçi yanmak: 1. Çok susamak. 2. Büyük bir acı sebebiyle çok fazla üzülmek."Sanki yalnız onun içi yanıyordu."
ıçler acısı: Oldukça üzücü, çok acıklı.
ıçli dışlı olmak: Teklifsiz, çok samimi, sıkı fıkı, senli benli olmak."Biz Fatma`yla iyice içli dışlı olduk."
ıçtikleri su ayrı gitmemek: Sıkı fıkı dost, samimi arkadaş olmak; birbirlerinden saklayacakları bir şeyleri bulunmamak.
ıdare etmek: 1. Yönetmek, çekip çevirmek. 2. Tutumlu olmak, kullanmak. 3. Elvermek, yetmek, yetişmek, korumak, kurtarmak. 4. Hoş görmek, göz yummak. 5. Örtbas etmek."Bu ayakkabıyı bu fiyata veremem, çünkü idare etmez."
ıfade vermek: Sorguya cevap vermek.
ıflâhını kesmek: Gücünü tamamiyle yok edip bir daha karşı koyamayacak, düzelemeyecek, iş yapamayacak duruma getirmek."Ben adamın iflâhını keserim, anladın mı?"
ıfrit olmak: Çok öfkelenmek; aşırı ölçüde, kendini kaybedecek kadar sinirlenip kızmak."ıfrit oluyorum şu adamın hareketlerine."
ığne atsan yere düşmez: Çok kalabalık, yürünecek gibi değil.
ığne ile kuyu kazmak: Zor denecek bir işi yetersiz araç ve gereçlerle başarmaya çalışmak.
ığne ipliğe dönmek: Aşırı derecede zayıflamak, kilo vermek."O iri yarı adam hapisten çıktı ki iğne ipliğe dönmüş."
ığneli söz: Dokunaklı, kırıcı, üzücü söz."O iğneli sözlere ben bile dayanamazdım doğrusu."
ıki ahbap çavuşlar: Hemen her yerde birlikte görülen, birbirlerinden ayrılmayan iki arkadaş, dost.
ıki arada bir derede (kalmak): Sıkışık, zor şartlar altında (kalmak).
ıki ayağını bir pabuca sokmak: Bir kimseyi, bir işi yapması için zorlamak, sıkıntıya sokmak.
ıki cami arasında kalmış beynamaza dönmek: ıki yoldan hangisini tutacağını; şöyle mi, böyle mi yapacağını bilememek; şaşırıp bir şey yapamaz olmak.
ıki cihanda yüzü ak olmak: Doğru ve faziletli yaşayıp dünya ve ahrette mükâfat görmek.
ıki çift söz etmek: Bir araya gelip birkaç söz söylemek."Ne zamandır seninle bir araya gelip de iki çift söz edemedik."
ıki eli kanda olsa: Ne kadar önemli olursa olsun, elindeki iş hiç bırakılamayacak derecede olsa bile."Söyleyin ona, iki eli kanda olsa da durmasın gelsin."
ıki eli (birinin) yakasında olmak: Ahrette, hesap gününde ondan davacı olmak; hakkını istemek.
ıki gözü iki çeşme: Sürekli, çok ağlayarak."Kadıncağız iki gözü iki çeşme ağlayıp duruyormuş."
ıkili oynamak: Birbirine karşı olanlardan hem birini, hem ötekini çıkarı için destelemek."Sendika başkanı ikili oynuyormuş."
ıki paralık etmek: Değerini, onurunu çok düşürmek."Seni arlanmaz utanmaz seni, beni iki paralık ettin, senin yüzünden topluma çıkamaz oldum!"
ıki rahmetten biri: Ağır hasta olan birisi için "ya şifa, ya ölüm" anlamında kullanılır.
ıki sözü bir araya getirememek: Düşüncelerini, duygularını düzgün bir biçimde anlatamamak, güzel konuşma becerisinden yoksun olmak.
ıki yakası bir araya gelmemek: Geçim sıkıntısı içinde olmak ve borçtan kurtulamamak, gelir ve giderini denkleştirememek."Bilmiyorum ne zaman iki yakamız bir araya gelecek."
ıleri geri konuşmak: Yersiz, kırıcı, yaralayıcı biçimde konuşmak.
ıleri gitmek: Söz ve davranışta ölçü dışına çıkmak; gereksiz, aşırı davranışta bulunmak ve haddi aşmak."O saygısız adamın daha fazla ileri gitmesine fırsat verilmemelidir."
ılk göz ağrısı: 1. ılk doğan çocuk. 2. ılk sevgili.
ımana gelmek: 1. Hak dini olan ıslâm`ı kabul etmek. 2. En sonunda doğruyu söylemek. 3. Önceden kabul etmediği şeyi sonradan kabul edip uymak."ımana gel, tövbe et ki öbür dünyada mutluluğa eresin."
ınce eleyip sık dokumak: Titizlik göstermek, bir şeyi en ince ayrıntılarına kadar araştırmak, gözden geçirmek."O kadar da ince eleyip sık dokunacak bir iş değil, kaygılanma."
ın cin top oynamak: Issız, sessiz olmak, bir yerde hiçbir canlı yaratık bulunmamak."Adada in cin top oynuyordu sanki."
ıncir çekirdeğini doldurmaz: Çok az veya pek önemsiz."Ne akılsız adam bunlar, kavga etmelerine sebep olan mesele incir çekirdeğini doldurmaz bile, ayırın şunları."
ınme inmek: Felç olmak, bedenin bir yeri hareketsiz ve duygusuz duruma gelmek."Adamın sağ yanına inme inmiş diyorlar."
ınsan eti yemek: Birini çekiştirmek.
ınsan evlâdı: ıyi, anlayışlı, ahlâk sahibi insan."ınsan evlâdı olmasaydı, tanımadığı birine onca yardım yapar mıydı?"
ınsan hâli: Olabilir, doğaldır, hoş karşılamak gerekir.
ınsanlıktan çıkmak: 1. Çok zayıflamış, bir deri bir kemik kalmış olmak. 2. ınsanî niteliklerini yitirmek, insana yakışmayacak davranışlarda bulunmak.
ınsan sarrafı (olmak): ınsanların karakterini çabucak anlayacak duruma gelmiş (olmak)."Dedem insan sarrafıdır, onu bir görse ne biçim bir adam olduğunu hemen anlayıverir."
ıpe çekmek: Asarak öldürmek.
ıpe un sermek: ıstenilen işi yapmamak için birtakım bahaneler, sebepler ileri sürmek, güçlük çıkarmak, engeller göstermek.
ıpi koparmak: Bağlı bulunduğu yer ya da kişi ile ilişkisini kesmek, aradaki anlaşmazlığı artırmak.
ıpin ucunu kaçırmak: Bir yeri yönetmede veya bir şeyi kullanmada gereken ölçüyü kaçırıp, artık duruma hâkim olamamak; çıkmaza girmek."Biraz daha dikkatli olmalıyız, yoksa ipin ucunu kaçıracağız."
ıpi sapı yok: Birbirini tutmaz, yersiz, anlamsız, işsiz, yersiz yurtsuz, saçma sapan."ıpi sapı yok bu sözlerin, daha inandırıcı olmalısın."
ıpiyle kuyuya inilmez: Kendisine güvenilmez, ona güvenilerek bir işe girilmez."O ipiyle kuyuya inilmez adamla yola çıkmam ben."
ıple çekmek: Zamanın gelmesini sabırsızlıkla beklemek, çok istemek."Yarını iple çekiyorum."
ıpucu vermek: Aranılan şeyi bulmaya yarayan işareti, onu açıklamaya yarayan bilgiyi vermek."Bir ipucu vermezsen bu bilmeceyi çözemeyeceğim."
ısabet etmek: 1. Nişan alınan yere değmek, rastlamak. 2. Çıkmak. 3. Yerinde iş görmüş olmak."Böyle karar vermekte çok isabet ettiniz."
ıskele vermek: Vapura binmek, vapurdan inmek için iskeleyi uzatmak.
ısmi var, cismi yok: 1. Sözü edilen bir kimse veya şeyin gerçekte var olmadığını anlatmak için kullanılır. 2. Adı olmasına karşılık görevini ve etkinliğini yerine getirmeyen, varlığı ile yokluğu arasında bir fark bulunmayan.
ıster istemez: 1. Zorunlu olarak, elinde olmadan. 2. ıstemesi üzerine, hiç vakit geçirmeden, istediği anda."ıster istemez ben de ona bağırdım."
ıstifini bozmamak: Bir olay karşısında aldırış etmemek, durum ve davranışını hiç değiştirmemek."Karşıma geçmiş avazı çıktığı kadar bağırıyordu, bense istifimi bozmadan bekledim."
ış ayağa düşmek: ış sorumsuz, yetkisiz ve beceriksizlerin elinde kalmak."Bunlar da işi iyice ayağa düşürdüler."
ış başa düşmek: Beklediği yardım gelmeyince, kendi işini kendisi yapmak zorunda kalmak."ış başa düştü desene!.."
ış çatallanmak (çatallaşmak): Bir işin sonuca oluşması konusunda türlü güçlüklerle karşılaşmak, ya da çeşitli seçeneklerle yüz yüze gelmek, sonuca nasıl ulaştırılacağı bilinemez olmak."ış gittikçe çatallaşıyor, sense aldırmıyorsun bile."
ış çığırından çıkmak: Bir iş asıl amaçtan çıkarak düzelmesi güç bir durum almak, bir bozukluk ve kargaşalık baş göstermek.
ış inada binmek: Bir işi yapmakta direnmek.
ışi düşmek: Birinin yardımına ihtiyaç duymak."Eh, onun da bize işi düşecek bir gün."
ışe koşmak: Birini bir iş yapmak üzere görevlendirmek, göndermek.
ışi ağırdan almak: Acele etmemek, bir işi yapmak için isteksiz görünmek."Söyle onlara, işi ağırdan almasınlar, müşteriler mal bekliyor."
ışi azıtmak: Yanlış ve aşırı yollara sapmak."Bu çocuk da işi iyice azıttı."
ışi Allah`a kalmak: Güç şartlar altında, beşerden hiçbir yardım umudu kalmamak."Kime baş vurduysa bir sonuç alamadı, artık işi Allah`a kalmıştı."
ışi başından aşmak: Pek çok işi olmak, iş içinde kaybolmak.
ışi bitmek: 1. Hâli, gücü kalmamak. 2. Yaptığı işi sona ermek."Git de bak, babanın işi bitmiş mi?"
ışi duman olmak: ışi ve durumu kötü olmak, berbat bir durumda bulunmak.
ışi iş olmak: ışi yolunda, iyi olmak; hâlinden memnun bulunmak."ışi iş herifin, baksana yan gelip yatıyor her gün."
ışinden olmak: Bir süredir yaptığı işi elinden gitmek, görevini yitirmek."Haydi canım, yoluna git de patronunla kavga etme; yoksa işinden olacaksın."
ışi sıkı tutmak: Gevşekliğe yol açmamak, işe gereken önemi vermek ve sağlıklı yürümesini sağlamak.
ışi tıkırında olmak: ışi çok uygun ve iyi olmak."O konuşmayacak da ben mi konuşacağım, işi tıkırında adamın."
ışi yokuşa sürmek: Yapılabilir, görülebilir işi yapmamak için güçlük çıkarmak, bahaneler ileri sürmek.
ışkembeden atmak: Uydurarak söylemek, tutarı olmayan sözler sarf etmek."Ona sakın inanmayın, işkembeden atıyor."
Bilgicik.Com, Türkçe, Edebiyat, Roman Özetleri, Duvar Yazıları, Atasözleri, Hızlı Okuma, Özlü Sözler, Türk
ış sarpa sarmak: ış, içinden çıkılması zor bir durum almak; engellerle karşılaşmak."ışler sarpa sarmadan çekip gidelim buradan."
ışten el çektirmek: Görevden uzaklaştırmak."Yolsuzluk yaptığı iddiası ile işten el çektirdiler ona."
ış yok: O şeyde yarar yok, faydası olmaz."O arabada hiç iş yok, almaya değmez."
ıte kaka: Zorla, güçlükle."Adamı her sabah ite kaka işe götürüyoruz."
ıtibar kazanmak: Saygınlık görmek, kendisine değer verilmek.
ıt sürüsü kadar: Gereğinden fazla, oldukça çok, kalabalık."ıt sürüsü kadar adam, nasıl başa çıkacağız bunlarla."
ıyi etmek: 1. Hastalıktan kurtarmak, sıhhatine kavuşturmak. 2. Yerinde bir davranışta bulunmak. 3. Bir şeyi gizlice almak, kendisine mal etmek.
ıyi gözle bakmamak: Birisi hakkında iyi düşünmemek, kötü niyet beslemek."Komşuları ona hiçbir zaman iyi gözle bakmadılar."
ıyi gün dostu: Dostlarının sıkıntılı günlerinde onlardan kaçan kimse."Bize iyi gün dostu gerekli değil."
ıyi saatte olsunlar: Cinlerden söz edilirken kullanılır.
ızinden yürümek: Birine içten bağlanarak onun başladığı işi aynı anlayışla sürdürmek, fikirlerini ve hareketlerini aynen benimsemek.
ızi silinmek: Yok olmak, ortadan kaybolmak."Çiçek hastalığının bu kasabada izi silindi hemen hemen, çünkü çocuklar aşılanıyorlar."
ıbret almak: Kötü bir olaydan etkilenerek ders almak."Görmesini bilseydi ibret alırdı her hâlde."
ıcabına bakmak: 1. Gereğini yerine getirmek. 2. Yok etmek, ortadan kaldırmak."O adamın icabına bakarız, merak etme sen."
ıç çekmek: Üzüntüyle göğüs geçirmek, derin derin soluk alıp hıçkırıkla ağlamak."Yavrucağın iç çekişi dayanılır gibi değildi."
ıç etmek: Eline geçen bir şeyi sahibine bildirmeden kendisine mal etmek, ortadan kaldırıp kimseye göstermemek."Babasına bildirmeden o kadar parayı iç etmiş."
ıç gıcıklamak: 1. Huylandırmak. 2. ıstek uyandırmak.
ıçi açılmak: Sıkıntısı dağılıp gitmek, ferahlamak."Denizi, kuşları, ağaçları seyre dalarım, böylelikle içim açılır, rahatlarım."
ıçi cız etmek: Ansızın içi sızlamak, çok üzülmek."O zavallı ihtiyarı birden bire karşımda görünce içim cız etti."
ıçi çekmek: Canı arzu etmek, istek duymak.
ıçi çıfıt çarşısı: 1. Başkaları için daima art niyet besleyen, içinden türlü kötülükler geçiren. 2. Çok karışık.
ıçi dışı bir: ıkircikli olmayan, iki yüzlü davranmayan, düşündüğünü açıkça söyleyen, özü sözü bir olan."ıçi dışı bir olan insanlara her zaman güvenebiliriz."
ıçi dışına çıkmak: 1. Kusmaktan ötürü çok fena olmak. 2. Bindiği taşıtın çok sarsılması yüzünden bedenî rahatsızlık duymak.
ıçi erimek: Kaygı duymak, çok üzülmek.
ıçi geçmek: 1. ıstemediği hâlde uyuya kalmak. 2. ışe yaramaz duruma gelmek. 3. Yaşlılıktan, zayıflıktan gücü azalmış olmak; hiçbir şeye ilgi duymamak."O artık içi geçmiş bir ihtiyardır."
ıçi gitmek: Çok fazla istek duymak."Vitrindeki kızarmış tavuklara içim gidiyordu ama param olmadığı için alıp yiyemiyordum."
ıçi içine sığmamak: Çok heyecanlanmak, coşkunluk duymak ve sevincini belli etmekten kendini alamamak."Annemi karşımda görünce ne yapacağımı şaşırdım, içim içime sığmıyordu, koşup boynuna sarıldım."
ıçi kabarmak (kalkmak): 1. Midesi bulanmak. 2. Duygulanıp heyecanlanmak. 3. Taşkın bir ağlama duygusu içinde olmak."Ne berbat bir koku, içimiz kabarmadan kalkalım buradan."
ıçi kan ağlamak: ıçten, büyük bir üzüntü duymak; dıştan belli etmeyerek çok acımak."Çocuğunun yüzüne bakarken içim kan ağlıyordu."
ıçi kazınmak: Çok acıktığından ötürü midesinde eziklik duymak."Sabahtan beri açtı, içi kazınıyor ama belli etmemeye çalışıyordu."
ıçinden gülmek: Birisine sezdirmeden içten içe gülmek, eğlenmek.
Bilgicik.Com, Türkçe, Edebiyat, Roman Özetleri, Duvar Yazıları, Atasözleri, Hızlı Okuma, Özlü Sözler, Türk
ıçinden okumak: 1. Dudaklarını kıpırdatmadan, hiç ses çıkarmadan okumak. 2. Ses çıkarmadan sövmek, beddua etmek."Hikâyeyi şimdi de içinizden okuyacaksınız."
ıçinden pazarlıklı: Sinsi, yapacağı kötülükleri sezdirmeyen."Senin gibi içten pazarlıklı adamlarla iş yapmam ben."
ıçine atmak: 1. Derdini, sıkıntısını kimseye söylememek. 2. Kendisine yapılan kötülüğe karşı sesini çıkarmamakla beraber, bunu unutmamak."O her şeyi içine atar, bir gün kanser olacak diye korkuyorum."
ıçine dert olmak: Yapmak istediği bir şeyi yapamadığı için kaygılanıp üzüntü duymak."Hastahanedeki arkadaşımı ziyarete bir türlü gidemedim, bu da içime dert oldu."
ıçine doğmak: Malûm olmak, bir işin olduğunu ya da olacağını sezinlemek, tahmin etmek."Onun bize geleceği sanki içime doğmuştu."
ıçine işlemek: Duygulanmak, etkilenmek, dokunmak."Babamın o etkili sözleri âdeta içime işlemişti sanki."
ıçine çekilmek (kapanmak): Duygularını kimseye açmamak, çevresindeki kişilerle ilişkisini kesmek, yalnızlığa gömülmek."Kardeşinin ölümünden sonra içine çekildi, kimseyle görüşmüyor."
ıçine kurt düşmek: Kuşkulanmak, kendisine zarar geleceğinden şüphe etmek."Tilkiyi civarda dolaşırken gördüğü andan itibaren içine kurt düşmüştü."
ıçine sindirmek: Benimsemek, iyice kabul etmek.
ıçine sinmemek: 1. ıçi rahat etmemek, yaptığı şeyden memnun olmamak. 2. ıstediği gibi olmadığı için rahatlık, mutluluk duymamak; tadına varamamak."ışi bitirdim ama hiç de içime sinmedi."
ıçine sokacağı gelmek: Birini aşırı ölçüde, çok sevmek.
ıçine yedirememek: Benimsememek, kabul edememek.
ıçini dökmek: Dertlerini, sıkıntılarını, üzüntülerini anlatmak."şu koca dünyada içimi dökecek bir insan bulamadım."
ıçini kemirmek: Bir üzüntü ve düşünce dolayısıyla rahatsızlık duymak."ıçini kemiren bu düşünceden kurtulmak istiyordu."
ıçini (bir) kurt yemek: Sürekli olarak bir kaygı içinde olmak.
ıçi parçalanmak (paralanmak): Birine acıyarak çok üzülmek."Onun bu hâlini gördükçe içim parçalanıyor."
ıçi rahat etmek: Endişelenecek bir durum bulunmadığını öğrenerek sıkıntıdan kurtulmak, rahatlamak."Ne yapayım, ben anneyim, onlar sağ salim dönerlerse içim rahat edecektir ancak."
ıçi sızlamak: Bir şey veya kişinin içine düştüğü durum sebebiyle üzülmek.
ıçi titremek: 1. Çok üşümek. 2. Çok istek duymak. 3. Bir zarar gelecek korkusu içinde bulunmak."Hava iyice soğudu, içim titremeye başladı, haydi içeri girelim."
ıçi yanmak: 1. Çok susamak. 2. Büyük bir acı sebebiyle çok fazla üzülmek."Sanki yalnız onun içi yanıyordu."
ıçler acısı: Oldukça üzücü, çok acıklı.
ıçli dışlı olmak: Teklifsiz, çok samimi, sıkı fıkı, senli benli olmak."Biz Fatma`yla iyice içli dışlı olduk."
ıçtikleri su ayrı gitmemek: Sıkı fıkı dost, samimi arkadaş olmak; birbirlerinden saklayacakları bir şeyleri bulunmamak.
ıdare etmek: 1. Yönetmek, çekip çevirmek. 2. Tutumlu olmak, kullanmak. 3. Elvermek, yetmek, yetişmek, korumak, kurtarmak. 4. Hoş görmek, göz yummak. 5. Örtbas etmek."Bu ayakkabıyı bu fiyata veremem, çünkü idare etmez."
ıfade vermek: Sorguya cevap vermek.
ıflâhını kesmek: Gücünü tamamiyle yok edip bir daha karşı koyamayacak, düzelemeyecek, iş yapamayacak duruma getirmek."Ben adamın iflâhını keserim, anladın mı?"
ıfrit olmak: Çok öfkelenmek; aşırı ölçüde, kendini kaybedecek kadar sinirlenip kızmak."ıfrit oluyorum şu adamın hareketlerine."
ığne atsan yere düşmez: Çok kalabalık, yürünecek gibi değil.
ığne ile kuyu kazmak: Zor denecek bir işi yetersiz araç ve gereçlerle başarmaya çalışmak.
ığne ipliğe dönmek: Aşırı derecede zayıflamak, kilo vermek."O iri yarı adam hapisten çıktı ki iğne ipliğe dönmüş."
ığneli söz: Dokunaklı, kırıcı, üzücü söz."O iğneli sözlere ben bile dayanamazdım doğrusu."
ıki ahbap çavuşlar: Hemen her yerde birlikte görülen, birbirlerinden ayrılmayan iki arkadaş, dost.
ıki arada bir derede (kalmak): Sıkışık, zor şartlar altında (kalmak).
ıki ayağını bir pabuca sokmak: Bir kimseyi, bir işi yapması için zorlamak, sıkıntıya sokmak.
ıki cami arasında kalmış beynamaza dönmek: ıki yoldan hangisini tutacağını; şöyle mi, böyle mi yapacağını bilememek; şaşırıp bir şey yapamaz olmak.
ıki cihanda yüzü ak olmak: Doğru ve faziletli yaşayıp dünya ve ahrette mükâfat görmek.
ıki çift söz etmek: Bir araya gelip birkaç söz söylemek."Ne zamandır seninle bir araya gelip de iki çift söz edemedik."
ıki eli kanda olsa: Ne kadar önemli olursa olsun, elindeki iş hiç bırakılamayacak derecede olsa bile."Söyleyin ona, iki eli kanda olsa da durmasın gelsin."
ıki eli (birinin) yakasında olmak: Ahrette, hesap gününde ondan davacı olmak; hakkını istemek.
ıki gözü iki çeşme: Sürekli, çok ağlayarak."Kadıncağız iki gözü iki çeşme ağlayıp duruyormuş."
ıkili oynamak: Birbirine karşı olanlardan hem birini, hem ötekini çıkarı için destelemek."Sendika başkanı ikili oynuyormuş."
ıki paralık etmek: Değerini, onurunu çok düşürmek."Seni arlanmaz utanmaz seni, beni iki paralık ettin, senin yüzünden topluma çıkamaz oldum!"
ıki rahmetten biri: Ağır hasta olan birisi için "ya şifa, ya ölüm" anlamında kullanılır.
ıki sözü bir araya getirememek: Düşüncelerini, duygularını düzgün bir biçimde anlatamamak, güzel konuşma becerisinden yoksun olmak.
ıki yakası bir araya gelmemek: Geçim sıkıntısı içinde olmak ve borçtan kurtulamamak, gelir ve giderini denkleştirememek."Bilmiyorum ne zaman iki yakamız bir araya gelecek."
ıleri geri konuşmak: Yersiz, kırıcı, yaralayıcı biçimde konuşmak.
ıleri gitmek: Söz ve davranışta ölçü dışına çıkmak; gereksiz, aşırı davranışta bulunmak ve haddi aşmak."O saygısız adamın daha fazla ileri gitmesine fırsat verilmemelidir."
ılk göz ağrısı: 1. ılk doğan çocuk. 2. ılk sevgili.
ımana gelmek: 1. Hak dini olan ıslâm`ı kabul etmek. 2. En sonunda doğruyu söylemek. 3. Önceden kabul etmediği şeyi sonradan kabul edip uymak."ımana gel, tövbe et ki öbür dünyada mutluluğa eresin."
ınce eleyip sık dokumak: Titizlik göstermek, bir şeyi en ince ayrıntılarına kadar araştırmak, gözden geçirmek."O kadar da ince eleyip sık dokunacak bir iş değil, kaygılanma."
ın cin top oynamak: Issız, sessiz olmak, bir yerde hiçbir canlı yaratık bulunmamak."Adada in cin top oynuyordu sanki."
ıncir çekirdeğini doldurmaz: Çok az veya pek önemsiz."Ne akılsız adam bunlar, kavga etmelerine sebep olan mesele incir çekirdeğini doldurmaz bile, ayırın şunları."
ınme inmek: Felç olmak, bedenin bir yeri hareketsiz ve duygusuz duruma gelmek."Adamın sağ yanına inme inmiş diyorlar."
ınsan eti yemek: Birini çekiştirmek.
ınsan evlâdı: ıyi, anlayışlı, ahlâk sahibi insan."ınsan evlâdı olmasaydı, tanımadığı birine onca yardım yapar mıydı?"
ınsan hâli: Olabilir, doğaldır, hoş karşılamak gerekir.
ınsanlıktan çıkmak: 1. Çok zayıflamış, bir deri bir kemik kalmış olmak. 2. ınsanî niteliklerini yitirmek, insana yakışmayacak davranışlarda bulunmak.
ınsan sarrafı (olmak): ınsanların karakterini çabucak anlayacak duruma gelmiş (olmak)."Dedem insan sarrafıdır, onu bir görse ne biçim bir adam olduğunu hemen anlayıverir."
ıpe çekmek: Asarak öldürmek.
ıpe un sermek: ıstenilen işi yapmamak için birtakım bahaneler, sebepler ileri sürmek, güçlük çıkarmak, engeller göstermek.
ıpi koparmak: Bağlı bulunduğu yer ya da kişi ile ilişkisini kesmek, aradaki anlaşmazlığı artırmak.
ıpin ucunu kaçırmak: Bir yeri yönetmede veya bir şeyi kullanmada gereken ölçüyü kaçırıp, artık duruma hâkim olamamak; çıkmaza girmek."Biraz daha dikkatli olmalıyız, yoksa ipin ucunu kaçıracağız."
ıpi sapı yok: Birbirini tutmaz, yersiz, anlamsız, işsiz, yersiz yurtsuz, saçma sapan."ıpi sapı yok bu sözlerin, daha inandırıcı olmalısın."
ıpiyle kuyuya inilmez: Kendisine güvenilmez, ona güvenilerek bir işe girilmez."O ipiyle kuyuya inilmez adamla yola çıkmam ben."
ıple çekmek: Zamanın gelmesini sabırsızlıkla beklemek, çok istemek."Yarını iple çekiyorum."
ıpucu vermek: Aranılan şeyi bulmaya yarayan işareti, onu açıklamaya yarayan bilgiyi vermek."Bir ipucu vermezsen bu bilmeceyi çözemeyeceğim."
ısabet etmek: 1. Nişan alınan yere değmek, rastlamak. 2. Çıkmak. 3. Yerinde iş görmüş olmak."Böyle karar vermekte çok isabet ettiniz."
ıskele vermek: Vapura binmek, vapurdan inmek için iskeleyi uzatmak.
ısmi var, cismi yok: 1. Sözü edilen bir kimse veya şeyin gerçekte var olmadığını anlatmak için kullanılır. 2. Adı olmasına karşılık görevini ve etkinliğini yerine getirmeyen, varlığı ile yokluğu arasında bir fark bulunmayan.
ıster istemez: 1. Zorunlu olarak, elinde olmadan. 2. ıstemesi üzerine, hiç vakit geçirmeden, istediği anda."ıster istemez ben de ona bağırdım."
ıstifini bozmamak: Bir olay karşısında aldırış etmemek, durum ve davranışını hiç değiştirmemek."Karşıma geçmiş avazı çıktığı kadar bağırıyordu, bense istifimi bozmadan bekledim."
ış ayağa düşmek: ış sorumsuz, yetkisiz ve beceriksizlerin elinde kalmak."Bunlar da işi iyice ayağa düşürdüler."
ış başa düşmek: Beklediği yardım gelmeyince, kendi işini kendisi yapmak zorunda kalmak."ış başa düştü desene!.."
ış çatallanmak (çatallaşmak): Bir işin sonuca oluşması konusunda türlü güçlüklerle karşılaşmak, ya da çeşitli seçeneklerle yüz yüze gelmek, sonuca nasıl ulaştırılacağı bilinemez olmak."ış gittikçe çatallaşıyor, sense aldırmıyorsun bile."
ış çığırından çıkmak: Bir iş asıl amaçtan çıkarak düzelmesi güç bir durum almak, bir bozukluk ve kargaşalık baş göstermek.
ış inada binmek: Bir işi yapmakta direnmek.
ışi düşmek: Birinin yardımına ihtiyaç duymak."Eh, onun da bize işi düşecek bir gün."
ışe koşmak: Birini bir iş yapmak üzere görevlendirmek, göndermek.
ışi ağırdan almak: Acele etmemek, bir işi yapmak için isteksiz görünmek."Söyle onlara, işi ağırdan almasınlar, müşteriler mal bekliyor."
ışi azıtmak: Yanlış ve aşırı yollara sapmak."Bu çocuk da işi iyice azıttı."
ışi Allah`a kalmak: Güç şartlar altında, beşerden hiçbir yardım umudu kalmamak."Kime baş vurduysa bir sonuç alamadı, artık işi Allah`a kalmıştı."
ışi başından aşmak: Pek çok işi olmak, iş içinde kaybolmak.
ışi bitmek: 1. Hâli, gücü kalmamak. 2. Yaptığı işi sona ermek."Git de bak, babanın işi bitmiş mi?"
ışi duman olmak: ışi ve durumu kötü olmak, berbat bir durumda bulunmak.
ışi iş olmak: ışi yolunda, iyi olmak; hâlinden memnun bulunmak."ışi iş herifin, baksana yan gelip yatıyor her gün."
ışinden olmak: Bir süredir yaptığı işi elinden gitmek, görevini yitirmek."Haydi canım, yoluna git de patronunla kavga etme; yoksa işinden olacaksın."
ışi sıkı tutmak: Gevşekliğe yol açmamak, işe gereken önemi vermek ve sağlıklı yürümesini sağlamak.
ışi tıkırında olmak: ışi çok uygun ve iyi olmak."O konuşmayacak da ben mi konuşacağım, işi tıkırında adamın."
ışi yokuşa sürmek: Yapılabilir, görülebilir işi yapmamak için güçlük çıkarmak, bahaneler ileri sürmek.
ışkembeden atmak: Uydurarak söylemek, tutarı olmayan sözler sarf etmek."Ona sakın inanmayın, işkembeden atıyor."
Bilgicik.Com, Türkçe, Edebiyat, Roman Özetleri, Duvar Yazıları, Atasözleri, Hızlı Okuma, Özlü Sözler, Türk
ış sarpa sarmak: ış, içinden çıkılması zor bir durum almak; engellerle karşılaşmak."ışler sarpa sarmadan çekip gidelim buradan."
ışten el çektirmek: Görevden uzaklaştırmak."Yolsuzluk yaptığı iddiası ile işten el çektirdiler ona."
ış yok: O şeyde yarar yok, faydası olmaz."O arabada hiç iş yok, almaya değmez."
ıte kaka: Zorla, güçlükle."Adamı her sabah ite kaka işe götürüyoruz."
ıtibar kazanmak: Saygınlık görmek, kendisine değer verilmek.
ıt sürüsü kadar: Gereğinden fazla, oldukça çok, kalabalık."ıt sürüsü kadar adam, nasıl başa çıkacağız bunlarla."
ıyi etmek: 1. Hastalıktan kurtarmak, sıhhatine kavuşturmak. 2. Yerinde bir davranışta bulunmak. 3. Bir şeyi gizlice almak, kendisine mal etmek.
ıyi gözle bakmamak: Birisi hakkında iyi düşünmemek, kötü niyet beslemek."Komşuları ona hiçbir zaman iyi gözle bakmadılar."
ıyi gün dostu: Dostlarının sıkıntılı günlerinde onlardan kaçan kimse."Bize iyi gün dostu gerekli değil."
ıyi saatte olsunlar: Cinlerden söz edilirken kullanılır.
ızinden yürümek: Birine içten bağlanarak onun başladığı işi aynı anlayışla sürdürmek, fikirlerini ve hareketlerini aynen benimsemek.
ızi silinmek: Yok olmak, ortadan kaybolmak."Çiçek hastalığının bu kasabada izi silindi hemen hemen, çünkü çocuklar aşılanıyorlar."