Bugün ısrail devletini yönetenler, "böyle bir Türkiye" ile çekişmeye girdikleri için hiç mutlu değildir. "Böyle bir Türkiye" derken "tek başlı"
Türkiye'yi kastediyorum.
"ıki başlılık" meselesine daha önce, başka bağlamlarda değinmiştim...
"Vesayet rejimi" dediğimiz sistemde adeta iki başbakanımız vardı: Başbakan ve Genelkurmay Başkanı...
Askeriye hoşuna gitmeyen her durumda hükümeti engelliyordu: "Onu yapma, bunu da yapma, şunu hiç yapma..."
Bu "uyarılar" işe yaramadığında, kendilerine biat etmiş medyayı kullanarak, hükümeti baskı altına alıyordu.
O da olmadı... CHP aracılığıyla olayı yargıya taşıyor, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Yargıtay, Danıştay ve Anaysa Mahkemesi'ndeki Kemalistler sayesinde işi parti kapatmaya kadar vardırıyordu.
Bunların hiçbiri işe yaramadığında ise açık ya da örtülü darbe yapıyorlardı.
***
Bu ikili yapı, devleti, bazı iç ve dış aktörlerin etkisinde bırakıyordu.
28 şubat (1997) darbe sürecinde bunu apaçık gördük: Hükümeti devirmekte askere yardımcı olan medya patronlarına birer banka verildi.
Öte yandan 28 şubat darbesi dış aktörler açısından ısrail yanlısı bir eylemdi.
Sadece "yapısal" değildi olay... Yani, "Türkiye'deki siyasi gelişmelerin ısrail'in işine yaramasının" ötesinde "aktüel" bağlantılar da vardı:
GK ıkinci Başkanı olan generalin, ısrailli komutanlarla özel e-mail yazışmaları yaptığı biliniyor: "şöyle olursa, böyle olursa, ben GK Başkanı olabilirim ama şimdilik zayıf ihtimal" diyordu "bizimki".
Bu general daha sonra ABD'deki Yahudi lobisi tarafından ödüllendirildi.
***
ıki başlı yapıya entel destek de verildi. Hatırlayın: Özellikle 12 Eylül 2010 Referandumu'na giden süreçte, "sivil darbe" gibi laflar eden bir takım yorumcular vardı.
Bunların asıl amacı, devletteki iki başlılığın devamını sağlamaktı. "Vesayet rejimi devam etsin" diyemedikleri için "Sivil darbe süreci yaşıyoruz" diyorlardı.
Tam bu noktada dikkatinizi çekeyim:
Bu tarzda yorumlar yapanların çoğunluğunun Aydın Doğan ve onunla birlikte hareket eden patronların medyasında yer almaları... Hürriyet, Milliyet, Vatan, Radikal, Akşam gazetelerinde yazı yazmaları... CNN Türk ve NTV ekranlarında konuşmaları tesadüf mü sanıyorsunuz?
***
Sonra işler değişti: 1908'de II. Abdülhamit'in askeriye tarafından devrilmesiyle başlayan ıttihatçı hegemonya, 2011'de bayrağı indirdi.
Bugün devlette "tek başlı" bir hiyerarşi oluşuyor. Askeriye sivil otoritenin hakimiyeti altına giriyor. (Süreç başladı ama bitmedi.)
Cumhurbaşkanı, Başbakan, GK Başkanı ve diğerleri, "olmaları gereken pozisyonlara" yerleşiyorlar.
Bugün ısrail ile yaşamaya başladığımız gerilimin, GK Başkanı'nın fikri alınmadan sürdürüldüğünü kimse düşünmesin.
ısrail ile imzalanmış askeri ihaleler askıya alınırken... Doğu Akdeniz'de seyrüsefer serbestisi için önlem belirlenirken... GK Başkanı'nın görüşü sorulmayacak... Mümkün değil!
***
Eskiden olsa, önce malum medya "Türkiye'yi Batı'dan kopartıyorsunuz" yaygarasına başlar... Onu "bir askeri yetkilinin", söz konusu anlaşmaların ne kadar hayati olduğunu anlatan demeci takip ederdi...
şimdi ise tek farklı ses, bünyesindeki monşerler kanalıyla CHP'den geldi: "Savaş çıkabilir" dediler. (Ana muhalefet olarak da söylesinler zaten.)
Türkiye olayı böylesine büyüterek doğru mu yapıyor? Önümüzde ne tür sıkıntılar var? Gerçekten iş sıcak çatışamaya varır mı? Bunları önümüzdeki günlerde tartışacağız.
şu anda kesin olan, Ankara'nın, "bütünlüklü", "yekpare", "tek başlı" bir biçimde ısrail'in karşısına dikilmesi...
ısrail devletini yönetenler işte bundan çok rahatsız olmuştur: "Ah nerede o 28 şubat günleri" diyorlardır.
EMRE AKÖZ / SABAH