Garip bir adamdı. Garipliğine inat sakindi. Ne başkalarına kızardı ne de başkalarını kızdırırdı. Kimdi, nereden gelmişti? Bilen yoktu. Bir sabah namazı, köyün camiinde görmüşlerdi. O gündür bugündür buralı olmuştu. Meraklı cemaatin sorduğu tüm sorulara tebessüm ederek “nasip” diye cevap verince bir daha kimse soru soramaz olmuştu.
Konuşmayı sevmezdi. Tanıdığı olsun, tanımadığı olsun kimselerle konuşmazdı. Konuşmamak içinde insanlar ile tanışmak istemezdi. Hayata hele de hayatın sahibine küskün değildi. Kendi kendine “ben ölünceye kadar mutluyum “ derdi. Kimseler inanmazdı. ınanılacak şey değildi. Kim inanırdı ki “ ben ölünceye kadar mutluyum” diyen birine. Kimilerine göre sadece kendini kandırıyordu.
Mahalleli “ tekin adam değil” der uzak dururdu. Deliliğinden şüphelenseler de kimse zarar görmemişti. Karıncaları ezmemek için; basacağı yere önce bakar; sonra basardı ayaklarını. Bir tek caddeden geçerken dikkat etmezdi bastığı yerlere; caddeden hızla geçip giderdi… Caddelerde karıncalar yoktu. Karıncalar, gündüzü başka gecesi bir başka arsız olan caddelerde yürümekten çekinirler; hayâ ederlerdi.
Tekin adam değil deseler de; mahallede onun gibi “ ölünceye kadar mutlu “ olmak isteyen çok kişi vardı. ısteseler de soramazlardı. Sorsalar da o, onlarla konuşmazdı. Tek başına, kimse olmadan insan nasıl yaşar deme. O yaşıyordu. Hem de hiç şikâyet etmeden. Konuşmazdı ama yüzünde hep bir tebessümle dolaşırdı.
Bir gün, geldiği gibi kayboldu. Kimdi, nerden gelmişti ve nereye gitti bilen yok. O garip adamdan kalan tek şey herkesin dilinden düşürmediği “ nasip” kelimesi oldu bir de tebessüm. şimdi birine, bir şeyi yapıp yapamayacağını sorsan tebessüm eder ve “nasip” der.
Anlatılanları can kulağıyla dinleyen torunu:
-Dede, tekrar gelir mi dersin?
- Kim?
- Garip Adam…
Dedesi, tebessüm edip
-“Nasip, be evlat” dedi.
…
Garip adam kimseye bir şey anlatmasa da, o herkese tebessüm etmeyi bir de “nasip “ demeyi öğretti ve gitti. Köylü daha ne ister ki…
Konuşmayı sevmezdi. Tanıdığı olsun, tanımadığı olsun kimselerle konuşmazdı. Konuşmamak içinde insanlar ile tanışmak istemezdi. Hayata hele de hayatın sahibine küskün değildi. Kendi kendine “ben ölünceye kadar mutluyum “ derdi. Kimseler inanmazdı. ınanılacak şey değildi. Kim inanırdı ki “ ben ölünceye kadar mutluyum” diyen birine. Kimilerine göre sadece kendini kandırıyordu.
Mahalleli “ tekin adam değil” der uzak dururdu. Deliliğinden şüphelenseler de kimse zarar görmemişti. Karıncaları ezmemek için; basacağı yere önce bakar; sonra basardı ayaklarını. Bir tek caddeden geçerken dikkat etmezdi bastığı yerlere; caddeden hızla geçip giderdi… Caddelerde karıncalar yoktu. Karıncalar, gündüzü başka gecesi bir başka arsız olan caddelerde yürümekten çekinirler; hayâ ederlerdi.
Tekin adam değil deseler de; mahallede onun gibi “ ölünceye kadar mutlu “ olmak isteyen çok kişi vardı. ısteseler de soramazlardı. Sorsalar da o, onlarla konuşmazdı. Tek başına, kimse olmadan insan nasıl yaşar deme. O yaşıyordu. Hem de hiç şikâyet etmeden. Konuşmazdı ama yüzünde hep bir tebessümle dolaşırdı.
Bir gün, geldiği gibi kayboldu. Kimdi, nerden gelmişti ve nereye gitti bilen yok. O garip adamdan kalan tek şey herkesin dilinden düşürmediği “ nasip” kelimesi oldu bir de tebessüm. şimdi birine, bir şeyi yapıp yapamayacağını sorsan tebessüm eder ve “nasip” der.
Anlatılanları can kulağıyla dinleyen torunu:
-Dede, tekrar gelir mi dersin?
- Kim?
- Garip Adam…
Dedesi, tebessüm edip
-“Nasip, be evlat” dedi.
…
Garip adam kimseye bir şey anlatmasa da, o herkese tebessüm etmeyi bir de “nasip “ demeyi öğretti ve gitti. Köylü daha ne ister ki…