Ülkü Ocakları Genel Başkanı Harun Öztürk, MEB'de yayımlanan kanun hükmünde kakarname hakkında basın açıklamasında bulundu, öğretmene sahip çıktı.
Millî Eğitim Bakanlığı'ndaki Değişiklikler Hususunda Basın Açıklaması
Millî Eğitim Bakanlığı, 14 Eylül 2011 tarihinde Resmî Gazete'de yayınlanmasından itibaren geçerli olan bir Kanun Hükmünde Kararname ile, özellikle merkez teşkilatı açısından yeniden yapılandırılmıştır. Millî Eğitim Bakanlığı'nın çalışmaları ile ilgili uzun süredir altı çizilen eksiklik ve hatta fazlalıkların çözüme kavuşturulması iddiası ile oluşturulan bu Kararname, teoride, Millî Eğitim Bakanlığı'nın hantal yapısını dinamikleştirecek düzenlemeleri içermektedir.
Geçmiş uygulamada 32 olan makam sayısının 17'ye düşürülmesinin, hiyerarşik yapının bürokrasiyi azaltacak şekilde yeniden düzenlenmesinin Bakanlık'ın çalışmalarını hızlandıracağı tahmin ve umut edilmektedir. Öte yandan, yeni yapıya eklemlenecek yöneticilerin belirlenmeleri ve atanmaları ile ilgili maddeler, birtakım haksız uygulamaların gerçekleşebileceği yönünde şüpheler doğurmaktadır. Örneğin, uzman ve uzman yardımcılığı kadrolarına yerleştirme kıstaslarının "üniversite mezunu olmak" ve "yapılacak yarışma sınavında başarılı olmak"la kısıtlanması, yarışma sınavının şeffaf bir şekilde gerçekleştirilmesi zorunluluğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.
şeklî değişikliklerin yanında, Millî Eğitim'in ideolojik kökenlerinden arındırılması iddiasıyla değişiklik yapılan 2. maddeye, yani MEB'in görevleri arasına, 'küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği bilgi ve becerilerle' öğrencileri donatmak şeklinde bir ekleme yapılmıştır. Bu eklemede, neo/liberalizmin ilkelerinin genç nesillere zerk edilmesi ve millîlikten arındırılmış, çıkara odaklanmış 'homo economicus'lar üretilmesi gayreti göze çarpmaktadır. Takdir edilecektir ki, hem yükseköğretime kadar örgün eğitimi, hem de hayat boyu öğrenme eksenli yaygın eğitimi düzenleyen bir kurum olan Millî Eğitim Bakanlığı, günlük yaklaşımlar geliştirme lüksüne sahip olmadığı gibi, kısa vadede hükümetin elini güçlendirmek maksadıyla politik hamlelerde bulunma 'zevk'inden de mahrumdur. Millî Eğitim Bakanlığı gibi hayatî bir müessesenin başında bulunan Sayın Bakan'ın, Türk milletinin millî değerlerinin evrensel değerlerle çatıştığı ve bu anlamda kurumun bu 'yanlış' millî değerleri silmeye mecbur olduğu gibi şahsî bir fikre sahip olma hakkı saklıdır. Ancak Millî Eğitim faaliyetleri, kişilerin ya da hükümetlerin şahsî arzu ve istekleri değil, -adıyla paralel anlamda- milletin bakış açısı ve uzun vadeli çıkarları ekseninde yürütülmelidir. Sayın Bakan bir an önce, milletin değerlerini neo/liberalizmin ilkeleriyle değiştirmek ve bunu kurumun görevleri arasında bulundurmak şeklindeki ihtirasından arınmalı; gelecekte milletine karşı sorumluluk üstlenecek nesillerin evrensel kaideler yanında, bir temel kimlik olarak ekonomik sistem entegrasyonunu değil millî kıymetleri benimsemesi gerektiğini kabul etmelidir. Zira insanı bir üretim aracı, giriştiği ekonomik faaliyetlerin bir toplamı olarak gören neo/liberalizm, yalnız millî değerlerimizle değil, esasta, evrensel değerlerle de çatışmaktadır. ınsana insan olduğu için değil, bir 'kazanç kapısı' olduğu için kıymet atfeden bu sistem, bir toplumun genç nesillerinin yetiştirilmesinde ancak kaçınılması gereken ilkelere sahiptir.
Bununla birlikte, Türk eğitim sisteminde hâl-i hazırda var olan problemler, Millî Eğitim Bakanlığı'nın merkez ve taşra teşkilatlarının yeniden yapılandırılması ile çözülemeyecek ciddiyettedir. Bu şeklî düzenlemeler -birtakım çekinceler saklı kalmakla birlikte- genel anlamda olumlu kabul edilebilir olsa da, sözü verildiği hâlde gerçekleştirilmeyen öğretmen atamaları; ilköğretim seviye belirleme sınavlarının hemen her sene değiştirilmesi; eğitim kalitesinin, sınav sonuçları ile de sabit şekilde, bir türlü yükseltilememesi sorunları, Millî Eğitim'in acil çözüm isteyen temel problemleridir.
Eski Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu'nun defaatle zikrettiği 'seçim sonrası 55 bin atama' sözü, yaz aylarında gerçekleştirilen 11 bin atama sonucunda adeta unutulmuştur. Bu arada, sistemdeki birtakım çarpıklıkların sonucu olarak 'ihtiyaç fazlası' konumuna getirilen ve yıllar boyunca atama bekleyen öğretmenlerin dağılmış ve gecikmiş hayatları bir vakıadır. Nitekim bu süreçte atama bekleyen öğretmenlerden hayatına son verenler dahi olmuştur. Bu noktada, yetişmiş öğretmenlerin mağduriyetlerinin ivedilikle giderilmesi ve Millî Eğitim Bakanlığı ile YÖK ve üniversitelerin işbirliğinin sağlanarak, kontenjanların ihtiyaca göre belirlenmesi gerekliliği ortadadır. Yanlış geliştirilen politikaların bedelini öğretmenlere ödetmek ve kadrolu öğretmen atamalarını bekleterek öğretmenleri sözleşmeli çalışmaya mecbur etmek, en hafif tabir ile vicdansızlıktır.
Türkiye'nin yeni nesillerini eğitmek iddiasındaki öğretmenler üzerinde oluşturulan psikolojik gerilimin bir benzeri, ortaöğretime geçişlerinde uygulanan yöntem sürekli değiştirilen ilköğretim öğrencileri için de geçerlidir. Ailelere çok büyük bir maddî külfet getiren dershanelere bağımlılığı azaltmak iddiasındaki 3 aşamalı seviye belirleme sınavı, tam tersine, 9 yaşındaki öğrencileri dahi dershanelere mecbur etmiştir. Hemen akabinde sınav sistemi bir kez daha değiştirilerek tek aşamaya dönülmüştür. Bir anlamda sınav sistemi yap-boz tahtası hâlini almış; en büyüğü 14 yaşında olan öğrenciler adeta bir denek gibi kullanılır duruma gelmiştir. Bu arada, sınavlarda 'sıfır çeken' öğrencilerin, yurt çapında okuma oranındaki düşüklüğün sebebinin, eğitimde bir türlü yükseltilemeyen kalite olduğunun da altını çizmek gerekir.
Gerçekleştirilen yapısal değişikliklerin gereklilikleri kabul edilmektedir. Ancak, acil bir ihtiyaç yahut hayatî bir zorunluluk söz konusuymuşçasına, bir Kanun Hükmünde Kararname ile adeta yangından mal kaçırır gibi gerçekleştirilen değişikliklerden şüphe duymamak mümkün değildir. Meclis'in olağan gündemi içerisinde değerlendirilerek çok daha olgun bir yapıya kavuşturulabilecek bu düzenlemeyle, örneğin millî değerlerin zikredilmesine engel olmak ve kadrolaşmaya kapı açmak niyeti taşınıp taşınmadığı kamuoyuyla paylaşılmalıdır.
Sonuç olarak, geçtiğimiz hafta içerisinde gerçekleştirilen değişikliklerin, eğitimin ciddi ve esas problemlerine çözüm olmaktan uzak olduğu açıktır. Millî Eğitim Bakanlığı'nın üzerine düşen görev, gerçekleştirilen yapısal değişiklikten sonra bu problemleri ivedilikle ele almak ve bunlara gerçekçi ve geleceğe dönük çözümler geliştirmektir. Unutulmamalıdır ki, Millî Eğitim, bakanlar ve hükümetlerin kişisel kararlarının üstünde tutulması gereken, millî bir meseledir.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.