Nutuk (Söylev) 1919-1927 - Mustafa Kemal Atatürk

KaRNeC

Yönetim Ekibi
Yönetici
Nutuk (Söylev) 1919-1927 - Mustafa Kemal Atatürk

KıTABIN ADI : NUTUK (MUSTAFA KEMAL ATATÜRK)
KıTABIN YORUM YAZARI : PROF. DR. ıHSAN GÜNEş
YAYINEVı VE ADRESı : KÜLTÜR BAKANLIğI – ANKARA
KıTABIN BASIM TARıHı : 1998


Nutuk yeni Türkiye devletinin yazılan ilk tarihidir. Yazarı Mustafa Kemal Atatürk’tür. Yaptığı tarihi gelecekteki Türk insanına tanıtabilmek amacıyla bu kitabı kaleme almıştır.
Nutuk: Atatürk tarafından kurulan Cumhuriyet Halk Partisinin 15-20 Ekim tarihleri arasında Ankara da toplanan ıkinci Kongresinde okunmuştur. Konuşma otuz altı buçuk saat sürmüştür.
Nutuk 1919’dan başlayarak 1927 ye kadar olan tarih dilimini incelemektedir. Bu dönem üç bölümde ele alınmıştır.

1. Kuva-i Milliye (Ulusal güçler) Dönemi
Nutukta yeni Türkiye Devletinin kuruluşu anlatılmaktadır. Yeni Türk devletinin kurulmasındaki maksat da şu şekilde açıklanmıştır: Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu da tam bağımsız olmakla sağlanabilir. “Ne kadar zengin olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan ileriye gidemez.” demiştir ve Mustafa Kemal Atatürk şu sözleri söylemiştir “Türkün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksektir. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.” Diyerek kurtuluş isteyenlerin parolasının “Ya bağımsızlık ya ölüm olduğunu “ söylemiştir.
Burada devlet kurmanın zorlukları görülmektedir. Atatürk Samsun’a çıktığı anda ülkenin genel durumu; Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu topluluk savaşta yenilmiş Osmanlı Ordusu zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes imzalanmış, ulus yorgun ve bitkin bir durumda, ulusu ve ülkeyi savaşa sürükleyenler yurttan kaçmış, padişah ve halife soysuzlaşmış, kendini ve tahtını koruyacak alçakça önlemler araştırmakta, hükümet yüzsüz, onursuz, korkak, ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta, yurdun dört bir yanındaki topluluklar devletin bir an önce çökmesine çaba harcıyorlardı. Bu şekilde açıkladıktan sonra ulus egemenliğine dayanan kayıtsız şartsız yeni bir devleti kurmak için izlediği politikayı, karşılaştığı güçlükleri bunalımları ve çatışmaları anlatmaktadır. Bu haliyle Nutuk, sömürgeci devletlerin altında yaşayan uluslara kurtuluş yolunu gösteren bir yapıt özelliği taşımaktadır.
2. Türkiye Büyük Millet Meclisi Dönemi:
Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de açılmış ve o günden sonra tüm askeri ve sivil makamların ulusun başvuracağı en yüce katın Meclis olacağını halkına bildirmiş ve Meclis, Mustafa Kemal Atatürk’ün açık ve gizli oturumlardaki bir iki gün süren açıklamaları ve konuşmalarından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı seçmiştir.
3. Cumhuriyet Dönemi :
Atatürk, ısmet Paşa ile birlikte bir yasa tasarısı hazırladı. Bu tasarıdaki 20 Ocak 1921 tarihli anayasanın devlet biçimini saptar maddelerini değiştirerek birinci maddenin sonuna “Türkiye Devletinin Hükümet biçimi Cumhuriyettir” cümlesini ekleyerek maddeyi değiştirmiştir ve yapılan Meclis toplantısında Anayasanın Değiştirilmesi ile ilgili maddenin görüşülmesi kabul edildi. Toplantı sonunda yasa birçok milletvekilinin “Yaşasın Cumhuriyet” söylemleri ile kabul edildi ve böylece 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmiş oldu. Daha sonra Cumhurbaşkanlığı seçimine geçildi. Oylamada Mustafa Kemal Atatürk toplantıya katılan yüz elli sekiz kişinin tümünün oylarını alarak Cumhurbaşkanı seçildi.
Nutuk sömürge ulusların bağımsızlıklarını kazanmaya yardımcı olacak bir program niteliğindedir. Bu eser okunduğunda Türk kurtuluş savaşının bir askeri savaş olduğu kadar bir düşünce savaşı da olduğu görülmektedir.
Nutuk, Mustafa Kemal Atatürk’ün halkına verdiği bir hesap pusulasıdır. Çünkü ulusal kurtuluş savaşı boyunca o halkıyla birlikte olmuştu ve halkına “Hayat demek savaş ve çarpışma demektir. Hayatta başarı yüzde yüz savaşta, başarı kazanmakla elde edilebilir. Bu da manevi ve maddi güce dayanır. ınsanların uğraştığı tüm sorunlar, karşılaştığı tüm tehlikeler, elde ettiği başarılar toplumca yapılan genel savaşın dalgaları içinde doğar.” Sözlerini söylemiş ve halkından can istemiş, halk seve seve vermiş, mal istemiş, halk seve seve vermiştir. Bunlar nerede, nasıl, niçin, harcanmış ? Nutuk halkın kafasındaki bu sorulara da açıklık getirmiştir.
Türk halkından alınan canın ve malın ülkenin işgalinden, ulusun kölelikten kurtularak onurlu, bağımsız, çağdaş bir devlet ve toplum olarak yaşaması için harcandığını belgeleriyle açıklamaktadır. Atatürk bu eserinde, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalışmış ve Türk gençliğine bıraktığı kutsal armağanı şu sözlerle noktalamıştır;“ Bu uzun ve ayrıntılı sözlerim tarihe mal olmuş bir devrin öyküsüdür, burada ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtmiş isem kendimi mutlu sayacağım” demiş. Nutuk, yeni Türkiye devletinin nasıl kurulduğunu merak eden tüm insanlarımızın okuması gereken bir başucu eseridir. Bundan dolayı siyasi yaşantımızda olduğu kadar, devlet felsefesinde de kullandığımız en baş eserdir.

Türk Yurdunun Genel Durumu

Samsun’a Çıktığım Gün Genel Durum ve Görünüş

1919 yılı Mayısının 19′uncu günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş :

Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu topluluk, Genel Savaşta (Birinci Dünya Savaşında) yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes anlaşması (mütarekename) imzalanmış. Büyük Savaşın uzun yılları boyunca, ulus, yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve ülkeyi Genel Savaşa sürükleyenler, kendi yaşamlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmışlar. Padişah ve Halife olan (Saltanat ve halifelik katında oturan) Vahdettin, soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça önlemler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın’nın başkanlığındaki hükümet, güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişahın isteklerine uymuş, onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş.

Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta.

ıtilâf devletleri, ateşkes anlaşması hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer uydurma nedenle, ıtilâf donanmaları ve askerleri ıstanbul’da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep ıngilizlerce işgal edilmiş. Antalya ile Konya’da ıtalyan birlikleri, Merzifon’la Samsun’da ıngiliz askerleri bulunuyor. Her yanda yabancı devletlerin subay ve görevlileri ve özel adamları çalışmakta. Daha sonra, sözümüze başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919′da ıtilâf Devletlerinin uygun bulmasıyla Yunan ordusu ızmir’e çıkarılıyor.

Bundan başka, yurdun dört bir bucağında Hıristiyan azınlıklar, gizli, açık, özel istek ve amaçlarının elde edilmesine, devletin bir an önce çökmesine çaba harcıyorlar.

Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgeler, ıstanbul Rum Patrikliğinde kurulan Mavri Mira Kurulu’nun (belge: l) illerde çeteler kurmak ve yönetmekle, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla uğraştığını doğruladı. Yunan Kızılhaçı, Resmi Göçmenler Komisyonu, Mavri Mira Kurulu’nun çalışmalarını kolaylaştırmaya yardım ediyor. Mavri Mira Kurulu’nca yönetilen Rum okullarının izci örgütleri, yirmi yaşını aşmış gençleri de içine alarak her yerde geliştiriliyor.

Ermeni Patriği Zaven Efendi de, Mavri Mira Kurulu ile düşünce birliği içinde çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tam olarak Rum hazırlığı gibi ilerliyor.

Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz kıyılarında kurulan ve ıstanbul’daki merkeze bağlı Pontus Cemiyeti kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor. (belge: 2)

Türk Milletinin Yurdunu Savunma Kararı

Düşünülen Kurtuluş Yolları

Durumun korkunçluğu ve ağırlığı karşısında, her yerde, her bölgede birtakım kişilerce kurtuluş yolları düşünülmeye başlanmıştı. Bu düşünceyle girişilen çalışmalar, birtakım örgütler doğurdu. Örneğin: Edirne ve çevresinde Trakya-Paşaeli adlı bir dernek vardı. Doğuda (belge: 3), Erzurum’da ve Elazığ’da (belge: 4), genel merkezi ıstanbul’da olmak üzere Vilâyatı şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti (Doğu ılleri Ulusal Hakları Savunma Derneği) kurulmuştu. Trabzon’da Muhafazai Hukuk

NUTUK

(Hakları Koruma) adlı bir dernek bulunduğu gibi ıstanbul’da da, Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti (Trabzon ve Çevresini Bağımsızlaştırma Derneği) vardı. Bu dernek merkezinin gönderdiği delegeler, Of ilçesi ve Lazistan livasında şubeler açmışlardı. (belge: 5, 6)

Yunanlıların ızmir’e gireceğinin açık belirtilerini Mayısın on üçünden beri gören, ızmir’de birtakım genç yurtseverler, ayın 14/15′inci gecesi, bu acıklı durumu aralarında görüşmüşler; bir olupbittiye geldiği kuşku götürmeyen bu girişin, katma (ilhak) ile sonuçlanmasını önlemek düşüncesinde birleşmişler ve Reddi ılhak (Katmayı önleme) ilkesini ortaya atmışlardır. Bu ilkenin yayılması için aynı gece ızmir’de Yahudi Maşatlığı’na toplanabilen halkça bir gösteri toplantısı (miting) yapılmışsa da ertesi gün sabahleyin Yunan askerlerinin rıhtımda görülmesiyle bu toplantıdan umulduğu ölçüde sonuç alınamamıştır.

Ulusal Kuruluşlar, Siyasal Amaçlar

Bu derneklerin kuruluş amaçları ve siyasal erekleri üzerine kısaca bilgi vermek uygun olur düşüncesindeyim.

Trakya-Paşaeli Cemiyeti’nin ileri gelenlerinden kimisiyle daha ıstanbul’da iken görüşmüştüm. Osmanlı Devleti’nin çökeceğini kesinliğe yakın bir olabilirlik içinde görüyorlardı. Osmanlı yurdunun parçalanacağı korkusu karşısında Trakya’yı, olabilirse Batı Trakya’yı da birleştirerek, ıslam ve Türk topluluğunu bir bütün olarak kurtarmayı düşünüyorlardı. Bu amaca ulaşmak için o zaman akıllarına gelen tek çıkar yol, ıngiltere’nin, olmazsa Fransa’nın yardımını sağlamaktı. Bu düşünceyle kimi yabancı devlet

adamlarıyla ilişki kurmak ve konuşmak yollarını da aramışlardı. Amaçlarının bir Trakya Cumhuriyeti kurmak olduğu anlaşılıyordu.

Vilâyatı şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti’nin kuruluş amacı da (tüzüklerinin ikinci maddesi), doğu illerindeki bütün halkın dinsel ve siyasal haklarının özgürce gelişimini sağlayacak yasal yollara başvurmak; adı geçen illerdeki Müslüman halkın tarihsel ve ulusal haklarını, gerektiğinde, uygar toplumlar önünde savunmak; doğu illerinde yapılan zulüm ve cinayetlerin nedenleriyle etmenleri ve bunları yapanlar ve yaptıranlarla ilgili tarafsızca soruşturma açarak suçluların çabuklukla cezalandırılmalarını istemek; Türklerle azınlıklar arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesine ve eskisi gibi iyi bağların pekiştirilmesine çaba göstermek; doğu illerindeki savaştan doğma yıkım ve yoksulluğu, hükümet katında girişimlerde bulunarak elden geldiğince giderme yollarını aramaktı.

ıstanbul’daki yönetim merkezlerinden verilmiş olan bu yönerge gereğince, Erzurum şubesi, doğu illerinde Türklerin haklarını korumakla birlikte Ermenilerin göçü sırasında yapılan kötü işlerle halkın hiçbir ilgisi bulunmadığını ve Ermeni mallarının, buralara Ruslar girinceye dek korunduğunu; buna karşılık Müslümanlara çok kıyasıya davranıldığını ve dahası, buyruk dışı olarak göçten alıkonulan kimi Ermenilerin, koruyucularına yaptıkları kötülükleri, kanıtlanmış belgelerle uygarlık dünyasına sunmaya ve bildirmeye ve doğu illerine dikilen açgözlü bakışları söndürmek için çalışmaya karar veriyor (Erzurum şubesinin bildirisi).

Vilâyatı şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti’ nin ilk Erzurum şubesini kuran kişiler, doğu illerinde yapılan propagandaları ve bunların amaçlarını, Türklük-Kürtlük- Ermenilik sorunlarını, bilim, teknik ve tarih

bakımından inceleyip araştırdıktan sonra, gelecekteki çalışmalarını şu üç noktada topluyorlar (Erzurum şubesinin basılı raporu):

1- Kesinlikle göç etmemek;

2- Hemen bilim, iktisat, din örgütleri kurmak;

3- Saldırıya uğrayacak doğu illerinin herhangi bir bucağını savunmada birleşmek.

Vilâyatı şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti’nin ıstanbul’daki yönetim merkezinin, bilim ve uygarlık yöntemleriyle amacı sağlayabileceği konusunda çokça iyimser olduğu anlaşılıyor. Gerçekten bu yolda çaba göstermekten geri durmuyor. Doğu illerinde Müslüman halkın haklarını savunmak için Le Pays (Yurt) adında Fransızca bir gazete yayımlıyor. Hâdisat (Olaylar) gazetesinin sahipliğini üzerine alıyor. Bir yandan da ıtilâf devletleri başbakanlarına ve ıstanbul’daki temsilcilerine birer andırı (muhtıra) veriyor. Avrupa’ya bir kurul yollamaya girişiyor. (belge: 7)

Bu açıklamalardan kolaylıkla anlaşılacağını sanırım ki, Vilâyatı şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti’nin kurulmasına yol açan önemli neden ve kaygı, doğu illerinin Ermenistan’a verileceği olasılığına dayanıyor. Bu olasılığın da, doğu illeri nüfusunda Ermenileri çoğunlukta göstermeye ve tarihsel haklar bakımından öncelikli saydırmaya çalışanların, bilimsel ve tarihsel belgelerle dünya kamuoyunu aldatmayı başarmaları; bir de Müslüman halkın Ermenileri toptan öldüren yabanıl olduğu iftirasını doğruymuş gibi kabul ettirmeleri durumunda gerçekleşebileceği varsayımı üstün geliyor. Bundan dolayı dernek, aynı gerekçe ve araçlarla donanmış olarak tarihsel ve ulusal hakları savunmaya çalışıyor.

Karadeniz kıyılarındaki bölgelerde de, bir Rum Pontus hükümeti kurulacağı korkusu vardı. Müslüman halkı Rumların boyunduruğu altında bırakmayıp yaşama haklarını ve varlıklarını koruma amacıyla, Trabzon’da da birtakım kişiler ayrıca bir dernek kurmuşlardı.

Merkezi ıstanbul’da olan Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti’nin siyasal erek ve amacı, adından anlaşılmaktadır. Her durumda merkezden ayrılmak amacını güdüyor.

Yurt ıçinde ve ıstanbul’da Ulusal Varlığa Düşman Kuruluşlar

Kurulmaya başlayan bu örgütlerden başka, ülke içinde daha birtakım girişimler ve kuruluşlar da ortaya çıkmıştı. Özellikle Diyarbakır, (belge: 8, 9) Bitlis, Elazığ illerinde, ıstanbul’dan yönetilen Kürt Teali Cemiyeti (Kürt Yükselme Derneği) vardı. Bu derneğin amacı, yabancı devletlerin koruyuculuğu altında, bir Kürt hükümeti kurmaktı.

Konya ve dolaylarında, ıstanbul’dan yönetilen Tealii ıslam Cemiyeti (ıslam Yükselme Derneği) kurulmasına çalışılıyordu. Ülkenin hemen her yanında ıtilâf ve Hürriyet, Sulh ve Selâmet Cemiyetleri (Uzlaştırma ve Özgürlük, Barış ve Esenlik Dernekleri) de vardı.

ıngiliz Muhipler Cemiyeti

ıstanbul’da çeşitli amaçlarla gizli ve açık olmak üzere de, birtakım parti ya da dernek adı altında kuruluşlar vardı.

ıstanbul’da önemli sayılacak kuruluşlardan biri ıngiliz Muhipler Cemiyeti (ıngiliz Dostları Derneği) idi. Bu addan ıngilizleri sevenlerin kurdukları bir

dernek olduğu anlaşılmasın! Bence, bu derneği kuranlar, kendilerini ve kişisel çıkarlarını sevenler ve kendi varlıklarıyla çıkarlarının dokunulmazlık çaresini Lloyt Corc (Lloyd George) hükümeti aracılığıyla ıngiliz desteğini sağlamakta arayanlardır. Bu zavallıların (bedbaht), ıngiltere Devleti’nin, bütünüyle, bir Osmanlı Devleti bırakmak ve korumak isteğinde olup olamayacağını bir kez düşünüp düşünmedikleri üzerinde durmak gerekir.

Bu derneğe girenlerin başında Osmanlı Padişahı ve yeryüzü Halifesi sanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nazırı (ıçişleri Bakanı) olan Ali Kemal, Âdil ve Mehmet Ali Bey’ler ve Sait Molla bulunuyordu. Dernekte ıngiliz ulusundan kimi serüvenciler de vardı. Örneğin: Rahip Fru (Frew) gibi. Yapılan işlerden ve işlemlerden anlaşıldığına göre, derneğin başkanı Rahip Fru idi.

Bu derneğin iki görünüşü ve niteliği vardı. Biri, dış görünüşü ve uygarca girişimlerle ıngiliz desteğini istemeye ve sağlamaya yönelen niteliği idi. Öteki, gizli yönü idi. Asıl çalışma bu yöndeydi. Yurt içinde örgütler kurarak ayaklanma ve başkaldırmalara yol açmak, ulusal bilinci işlemez kılmak, yabancı devletlerin işe karışmalarını kolaylaştırmak gibi haince girişimler, derneğin bu gizli kolunca yönetilmekteydi. Sait Molla’nın, derneğin açık girişimlerinde olduğu gibi ondan daha çok gizli işlerinde de rol oynadığı görülecektir. Bu dernek için söylediklerim, sırası geldikçe yapacağım açıklamalar ve gerektiğinde göstereceğim belgelerle daha iyi anlaşılacaktır.

Amerika’nın Güdümünü ısteyenler

ıstanbul’daki kadın erkek birtakım ileri gelen kişiler de, gerçek kurtuluşu Amerika’nın güdümünü (mandasını) istemek ve sağlamakta görüyorlardı. Bu kanıda olanlar, düşüncelerinde çok direndiler, tam uygun işin, kendi görüşlerinin desteklenmesi olduğunu kanıtlamaya çok çalıştılar. Bu konuda da, sırası gelince kimi açıklamalar yapacağım.

Ordumuzun Durumu

Genel durumu saptamak için ordu birliklerinin nerelerde ve ne durumda olduklarını açıklamak isterim. Anadolu’da, başlıca iki ordu müfettişliği kurulmuştu. Ateşkes anlaşması yapılır yapılmaz birliklerin savaşçı erleri terhis edilmiş, silah ve cephanesi elinden alınmış; bu birlikler, savaş gücünden yoksun birtakım kadrolar durumuna getirilmişti.

Merkezi Konya’da bulunan ıkinci Ordu Müfettişliğine bağlı birliklerin durumu şöyle idi:

Bir tümeni (41. Tümen) Konya’da ve bir tümeni (23. Tümen) Afyonkarahisar’da bulunan 12. Kolordu, karargâhıyla Konya’da bulunuyordu. ızmir’de düşman eline düşen 17. Kolordunun, Denizli’de bulunan 57. Tümeni de bu kolorduya bağlanmıştı.

Bir tümeni (24. Tümen) Ankara’da ve bir tümeni (11. Tümen) Niğde’de bulunan 20. Kolordu, karargâhıyla Ankara’da idi.

ızmit’te bulunan 1. Tümen, ıstanbul’daki 25. Kolorduya bağlanmıştı. ıstanbul’da da 10. Kafkas Tümeni vardı.

Balıkesir ve Bursa yöresinde bulunan 61. ve 56. Tümenler, karargâhı Bandırma’da bulunan ıstanbul’a bağlı 14. Kolordu’yu meydana

getiriyorlardı. Bu kolordunun komutanı, Meclisin açılışına dek, rahmetli Yusuf ızzet Paşa idi.

Dokuzuncu Ordu Müfettişliği, ki müfettişi bendim, karargâhımla Samsun’a çıkmış bulunuyordum. Doğrudan doğruya buyruğum altında iki kolordu bulunacaktı. Biri, merkezi Sivas’ta bulunan 3. Kolordu. Komutanı, yanımda getirdiğim Albay Refet Bey. Bu kolorduya bağlı bir tümenin (5. Kafkas Tümeni) merkezi Amasya’da, öteki tümeninin (15. Tümen) merkezi Samsun’da idi. Öbürü, merkezi Erzurum’da bulunan 15. Kolordu idi. Komutanı Kâzım Karabekir Paşa idi. Tümenlerinden birinin (9. Tümen) merkezi Erzurum’da, komutanı Rüştü Bey; ötekisinin (3. Tümen) merkezi Trabzon’da idi, komutanı Yarbay Halit Bey idi. Halit Bey, ıstanbul’a çağrılmış olduğundan komutanlıktan çekilerek Bayburt’ta saklanmış; tümen, vekillikle yönetiliyor; kolordunun öbür iki tümeninden 12. Tümen, Hasankale doğusunda sınırda, 11. Tümen Bayazıt’ta bulunuyordu.

Diyarbakır yöresinde bulunan iki tümenli 13. Kolordu bağımsızdı, ıstanbul’a bağlıydı. Bir tümeni (2. Tümen) Siirt’te, öbür tümeni (5. Tümen) Mardin’de idi.

Müfettişlik Görevimin Geniş Yetkileri

Benim yetkim, bu iki kolorduyu doğrudan doğruya buyruğum ve komutam altında bulundurmaktan daha genişti. Müfettişlik bölgeme yakın birliklere de bildirim yapabilecektim. Bu arada bölgemde bulunan ve bölgeme yakın olan valiliklere de bildirimde bulunabilecektim.

Bu yetkiye göre Ankara’da bulunan 20. Kolordu ve bunun bağlı olduğu müfettişlik ile ve Diyarbakır’daki kolordu ile ve hemen bütün Anadolu’da

sivil örgütlerin başında bulunan yöneticilerle yazışabilecek ve ilişkiler kurabilecektim.

Bu geniş yetkiyi, beni ıstanbul’dan sürmek ve uzaklaştırmak amacıyla Anadolu’ya gönderenlerin bana nasıl verdiklerine şaşabilirsiniz. Hemen söylemeliyim ki, bana bu yetkiyi onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Her ne olursa olsun benim ıstanbul’dan uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe, “Samsun ve yöresindeki güvensizliği yerinde görüp önlemek için Samsun’a değin gitmek” idi. Ben, bu işin başarılmasının, makam ve yetki verilmesine bağlı olduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. O günlerde Genelkurmayda bulunan ve benim amacımı bir dereceye kadar sezinleyen kişilerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular ve yetkiyle ilgili yönergeyi (talimatı) de ben kendim yazdırdım. Dahası, Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanı) olan şakir Paşa bu yönergeyi okuduktan sonra imzalamaktan çekinmiş, anlaşılır anlaşılmaz bir biçimde mühürünü basmıştır.

Genel Duruma Dar Bir Çerçeveden Bakış

Bu açıklamadan sonra genel durumu, daha dar bir çerçeve içine alarak, çabucak ve kolayca, hep birlikte gözden geçirelim:

Düşman devletler Osmanlı Devleti’ne ve ülkesine maddi ve manevi bakımdan saldırmışlar; yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve Halife olan kişi, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükümeti de aynı durumda. Farkında olmadığı halde başsız kalmış olan ulus, karanlık ve belirsizlik içinde, olup bitecekleri bekliyor. Felaketin korkunçluğunu ve ağırlığını anlamaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve sezebildikleri etkilere göre kurtuluş çaresi

saydıkları yollara başvuruyorlar… Ordu, adı var, kendi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, Genel Savaşın bunca sıkıntı ve güçlükleriyle yorgun, yurdun parçalanmakta olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumunun kıyısında kafaları, çıkar yol, kurtuluş yolu aramakta…

Burada, pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Ulus ve ordu, Padişah ve Halifenin hainliğinden haberli olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağlarıyla içten bağlı ve uysal. Ulus ve ordu, kurtuluş yolu düşünürken bu atadan gelen alışkanlık dolayısıyla kendinden önce yüce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinden yoksun… Bu inançla bağdaşmaz oy ve düşüncelerini açığa vuracakların vay haline! Hemen dinsiz, vatansız, hain, istenmez olur.

Bir başka önemli noktayı da söylemek gerekir. Kurtuluş yolu ararken, ıngiltere, Fransa, ıtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek, temel ilke gibi görülmekteydi. Bu devletlerden yalnız biriyle bile başa çıkılamayacağı kuruntusu, hemen bütün kafalarda yer etmişti. Osmanlı Devleti’nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya – Macaristan varken hepsini birden yenen, yerlere seren ıtilâf kuvvetleri karşısında, yeniden onlarla düşmanlığa varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.

Bu anlayışta olan yalnız halk değildi; özellikle, seçkin denilen insanlar bile öyle düşünüyordu.

Öyleyse, kurtuluş yolu ararken iki şey söz konusu olmayacaktı. ılkin, ıtilâf Devletlerine karşı düşmanlık durumuna girilmeyecekti; sonra da, Padişah ve Halifeye canla başla bağlı ve sadık kalmak temel koşul olacaktı.

Düşünülen Kurtuluş Yolları

şimdi baylar, izin verirseniz size bir soru sorayım: Bu durum ve koşullar karşısında kurtuluş için, nasıl bir karar düşünülebilirdi?

Açıkladığım bilgilere ve gözlem sonuçlarına göre üç türlü karar ortaya atılmıştı:

Birincisi, ıngiltere’nin koruyuculuğunu (ıngiltere’nin himayesini) istemek,

ıkincisi, Amerika’nın güdümünü (mandasını) istemek.

Bu iki türlü karara varmış olanlar, Osmanlı Devleti’nin bir bütün olarak kalmasını düşünenlerdir. Osmanlı ülkesinin çeşitli devletler arasında paylaşılmasından ise, bu ülkeyi bütün olarak bir devletin koruyuculuğu altında bulundurmayı yeğleyenlerdir.

Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş yollarına yönelikti. Örneğin: Bazı bölgeler, kendilerinin Osmanlı Devleti’nden koparılacağı görüşüne karşı ondan ayrılmamak yollarına başvuruyor. Bazı bölgeler de, Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılacağına, Osmanlı ülkelerinin paylaşılacağına oldubitti gözüyle bakarak kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlar.

Bu üç türlü kararın gerekçesi, yapmış olduğum açıklamalar arasında vardır.

Benim Kararım

Devamı 2. Sayfada..

Etiketler: Atatürk ve Nutuk, Atatürkün Nutuğu, Çocuklar ıçin Nutuk Özeti, Nutuk, Nutuk Geniş Özeti, Nutuk Hakkında Bilgi, Nutuk Kitabının Özeti, Nutuk Oku, Nutuk Özeti, Nutuk ve Atatürk, Nutukun Özeti
 

KaRNeC

Yönetim Ekibi
Yönetici
Cvp: Nutuk (Söylev) 1919-1927 - Mustafa Kemal Atatürk

Baylar, ben bu kararların hiçbirini yerinde bulmadım. Çünkü bu kararların dayandığı bütün kanıtlar ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte, içinde bulunduğumuz o günlerde, Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkeleri bütün bütüne parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türkün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son sorun, bunun da paylaşılmasını sağlamak için uğraşılmaktan başka bir şey değildi. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi anlamını yitirmiş birtakım anlamsız sözlerdi.

Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım istemek düşünülüyordu?

Öyleyse sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi?

Baylar, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan, tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak.

ışte, daha ıstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.

Ya Bağımsızlık Ya Ölüm

Bu kararın dayandığı en sağlam düşünüş ve mantık şu idi:

Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve gönenmiş olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan öteye gidemez.

Yabancı bir devletin koruyuculuğunu ve kollayıcılığını istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir efendi getirmeleri hiç düşünülemez.

Oysa, Türkün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir.

Öyleyse, ya bağımsızlık, ya ölüm!

ışte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktır.

Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranılacağını düşünelim. Ne olacaktı? Tutsaklık.

Peki efendim, öteki kararlara uymakla da sonuç bu olmayacak mıydı?

şu ayrımla ki, bağımsızlığı için ölümü göze alan ulus, insanlık onur ve şerefinin gereği olan her özveriye başvurduğunu düşünerek avunur ve kuşkusuz, tutsaklık zincirini kendi eliyle boynuna geçiren uyuşuk, onursuz bir ulusla karşılaştırılınca, dost ve düşman gözündeki yeri çok başka olur.

Sonra, Osmanlı soyunu (Osmanlı hanedanı) ve saltanatını sürdürmeğe çalışmak, elbette Türk ulusuna karşı en büyük kötülüğü istemekti. Çünkü ulus, her türlü özveriye başvurarak bağımsızlığını sağlasa da, padişahlık sürüp giderse, bu bağımsızlığa güvenle bakılamazdı. Artık yurtla, ulusla hiçbir vicdan ve düşünce bağı kalmamış bir sürü delinin, devlet ve ulus bağımsızlığının ve onurunun koruyucusu durumunda bulundurulması nasıl uygun görülebilirdi?

Halifeliğin durumuna gelince, bunun bilim ve tekniğin ışığa boğduğu gerçek uygarlık dünyasında gülünç sayılmaktan başka bir durumu kalmış mıydı?

Görülüyor ki, verdiğimiz kararın uygulanmasını sağlamak için ulusun daha alışmadığı sorunlara el atmak gerekiyordu. Kamunun söz konusu etmesinde büyük sakıncalar bulunacağı düşünülen noktaların söz konusu edilmesinde kesin zorunluluk vardı.

Osmanlı Hükümetine, Osmanlı Padişahına ve Müslümanların halifesine başkaldırmak ve bütün ulusu ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu.

Uygulamayı Evrelere Ayırmak ve Adım Adım ılerleyerek Amaca Varmak

Türk ata yurduna ve Türkün bağımsızlığına saldıranlar kimler olursa olsun, onlara bütün ulusça silahlı olarak karşı çıkmak ve onlarla savaşmak gerekiyordu. Bu önemli kararın bütün gereklerini ve zorunluluklarını ilk gününde açıklamak ve söylemek, elbette yerinde olamazdı. Uygulamayı birtakım evrelere ayırmak ve olaylardan yararlanarak ulusun duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve adım adım ilerleyerek amaca ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur. Ancak dokuz yılda yaptıklarımız bir mantık dizisiyle düşünülürse, ilk günden bugüne dek izlediğimiz genel gidişin, ilk kararın çizdiği çizgiden ve yöneldiği amaçtan hiç ayrılmamış olduğu kendiliğinden anlaşılır.

Burada, zihinlerde yer tutabilecek bazı duraksama düğümlerinin çözülmesini kolaylaştırmak için bir gerçeği hep birlikte gözden geçirmeliyiz.

Beliren ulusal savaşın tek amacı yurdu dış saldırıdan kurtarmak olduğu halde bu savaşın, başarıya ulaştıkça, ulusal iradeye dayanan yönetimin bütün ilkelerini ve şekillerini evre evre bugünkü döneme değin gerçekleştirmesi olağan ve kaçınılmaz bir tarih akışı idi. Bu kaçınılmaz tarih akışını, gelenekten gelen alışkanlığı ile, hemen sezinleyen hükümdar soyu, ilk andan başlayarak ulusal savaşın amansız bir düşmanı oldu. Bu kaçınılmaz tarih akışını, ilk anda ben de gördüm ve sezinledim. Ama, baştan sona bütün evreleri kapsayan sezgilerimizi ilk anda bütünüyle açığa vurmadık ve söylemedik. ıleride olabilecekler üzerine çok konuşmak, giriştiğimiz gerçek ve maddesel savaşa boş kuruntular niteliği verebilirdi; dış tehlikenin yakın etkileri karşısında üzüntü duyanlar arasında ise, geleneklerine, düşünme yeteneklerine, ruhsal durumlarına uymayan olası değişikliklerden ürkeceklerin ilk anda direnmelerine yol açabilirdi. Başarı için pratik ve güvenilir yol, her evreyi zamanı geldikçe uygulamaktı. Ulusun gelişmesi ve yükselmesi için esenlik yolu bu idi. Ben de böyle yaptım. Ancak bu pratik ve güvenilir başarı yolu; yakın çalışma arkadaşım olarak tanınmış kişilerden kimileriyle aramızda, zaman zaman görüşlerde, davranışlarda, yapılan işlerde beliren temelli ve ikinci derecede anlaşmazlıkların, kırgınlıkların ve giderek ayrılıkların da nedeni ve açıklaması olmuştur. Ulusal savaşa birlikte başlayan yolculardan kimileri, ulusal yaşamın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet yasalarına değin uzayan gelişmelerinde, kendi düşünce ve psikolojilerinin kavrama sınırı bittikçe, bana direnmeye ve karşı çıkmaya başlamışlardır. Bu noktaları, aydınlanmanız için, kamuoyunun aydınlanmasına yardımcı olmak için, sırası geldikçe, birer birer göstermeye çalışacağım.

Ulusal Sır

Bu son sözlerimi özetlemek gerekirse diyebilirim ki ben, ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini, bir ulusal sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundaydım.

Herekete Geçmek ıçin Yapılan Ön Hazırlıklar

Ordu ıle ılişki

şimdi baylar, ilk iş olmak üzere bütün orduyla ilişki kurmak gerekli idi.

Erzurum’da On Beşinci Kolordu Komutanına 21 Mayıs 1919′da yazdığım bir şifrede: “Genel durumumuzun almakta olduğu korkunç şekilden pek üzgün olduğumu; ulusa ve yurda borçlu olduğumuz en son vicdan ödevini yakından, birleşik çalışmayla, en iyi yapabileceğimiz kanısıyla bu son görevi kabul ettiğimi; bir an önce Erzurum’a gitmek isteğinde bulunduğumu, ama Samsun ve yöresinin durumu, güvensizlik yüzünden kötü bir sonuca varma niteliğinde bulunduğundan, buralarda ister istemez birkaç gün kalmak gerekeceğini” bildirdikten sonra, “beni şimdiden aydınlatmaya yarayacak bir şey varsa bildirilmesini” rica ettim. (belge: 10)

Gerçekten, Samsun ve yöresinde Rum çetelerinin Müslüman halka saldırması ve öteden beri araçsız bırakılmış olan bu bölge yöneticilerinin yabancı devletlerin işe karışmaları yüzünden hiçbir önlem alamaması, durumu güçleştirmişti.

Tanıdığımız ve kendisinden büyük çaba umduğumuz bir kişinin Samsun’a mutasarrıf olarak atanmasını sağlamaya girişmekle birlikte, Üçüncü Kolordu Komutanını geçici olarak Canik (Merkezi Samsun olan o zamanki sancağın adı) mutasarrıflığına atadım. Elden gelen bölgesel önlemlerin alınmasına ve özellikle halkın gerçek durum üzerinde aydınlatılmasına ve orada bulunan yabancı birlik ve subaylardan çekinmeye yer olmadığının anlatılmasına önem verildi ve hemen o bölgede ulusal örgütler kurmaya girişildi.

23 Mayıs 1919′da Ankara’da bulunan Yirminci Kolordu Komutanına: “Samsun’a geldiğimi ve kendisiyle daha sıkı ilişki kurmak istediğimi ve ızmir yöresinden daha kolaylıkla alabileceği bilgileri öğrenmek istediğimi” bildirdim.

Bu kolordunun durumu ile daha ıstanbul’da iken ilgilenmiştim. Güneyden Ankara yöresine trenle taşınması söz konusu idi. Bu yer değiştirmenin engellendiğini anlamış olduğumdan, ıstanbul’dan ayrıldığım günlerde Genelkurmay Başkanı olan Cevat Paşa’dan, kolordunun trenle taşınması gecikirse karadan yürüyerek Ankara’ya gönderilmesini rica etmiştim. Bundan dolayı, söz konusu şifremde: “Yirminci Kolordunun bütün birliklerinin Ankara’ya gelmeyi başarıp başaramayacaklarını” sordum. “Canik sancağı (Sancak: il ile ilçe arasında bir yönetim birliği) üzerine bilgi verdikten sonra bir iki güne değin Samsun’dan karargâhımla, bir süre için Havza’ya gideceğimi ve her durumda Samsun’dan ayrılmadan önce beni aydınlatacak bilgileri beklediğimi” yazdım.

Yirminci Kolordu Komutanından, üç gün sonra, 26 Mayıs 1919′da aldığım yanıtta: “ızmir’den düzenli bilgi alamadıklarını, düşmanın Manisa’ya girişini de telgrafçıların haber verdiğini, kolordunun Ereğli’de bulunan birliklerinin hepsi trenle taşınamadığından, karadan yürüyüşe başladıklarını, ancak yerin uzaklığı dolayısıyla Ankara’ya ne zaman ulaşacaklarının belli olmadığını” bildiriyordu.

Kolordu Komutanı yine bu telyazısında: “Afyonkarahisar’da bulunan 23. Tümenin er sayısının pek az olduğundan ve orada ellerine geçen erleri bu tümene göndermekte olduklarından söz açtıktan sonra, Kastamonu ve Kayseri yörelerindeki güvenliği bozan birtakım olaylar üzerine haberler gelmeye başladığını” bildiriyor ve zaman zaman bilgi vereceğini yazıyordu. (belge: 11)

27 Mayıs 1919 gününde Havza’dan, hem Yirminci Kolordu Komutanından hem de bu kolordunun bağlı olduğu Konya’daki ordu müfettişliğinden: “Afyonkarahisar’daki tümenin güçlendirilmesi için hangi kaynaklardan yararlanıldığını ve gücünün artırılıp artırılamayacağını ve bugünkü durumumuza göre, bu tümene nasıl bir görev verilmesinin düşünüldüğünü” sordum. (belge: 12, 13 )

Kolordu Komutanı, 28 Mayıs 1919′da sorduğum işler üzerine bilgi veriyor ve: “Düşman buraları işgale kalkışırsa 23. Tümen, bulunduğu yeri bırakmayacak ve saldırıya uğrarsa, halktan alacağı yardımla, kesimini savunacaktır.” diyordu. (belge: 14)

Ordu Müfettişi de, 30 Mayıs 1919′da verdiği yanıtta: “23. Tümen, Karahisar’ın güvenliğini korumakla birlikte, düşmanın her türlü işgaline, her türlü araçla karşı koyacaktır.” diyordu. Bu araçların hazırlanmakta olduğunu ve Konya’da orduyu destekleyebilecek bir kuvvet hazırlamaya çalışıldığını, ancak, buna daha ad ve san konmadığını bildiriyordu.

Ben, müfettişliğe yazdığım telde: Konya’da bir vatan ordusu kurulmakta olduğu üzerine bazı haberler yayılmıştır; bunun içyüzü ve örgütü nedir, demiştim. Böyle bir soru sormaktaki düşüncem, biraz da onları özendirmek ve uyarmak idi. Müfettişliğin verdiği son bilgi, bunun üzerinedir. (belge: 15)

Kolordu Komutanı bu soruma: “Konya’da vatan ordusunun kuruluşundan haberim yok.” diye yanıt vermişti.

Yirminci Kolordu ve Konya’daki Ordu Müfettişliği ile ilişki kurmam üzerine aldığım haberlerden uyanıklığı gerektiren noktaları 1 Haziran 1919′da Erzurum’da On Beşinci Kolordu ve Samsun’da Üçüncü Kolordu ve Diyarbakır’da On Üçüncü Kolordu Komutanlarına bildirdim. (belge: 16)

Trakya’da bulunan kuvvetleri ve komutan durumunu bilmiyordum. O bölge ile de ilişki kurmak gerekti. Bu düşünceyle, ıstanbul’da, Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa’dan 16 Haziran 1919′da özel şifre ile (Cevat Paşa ile ayrıldığım gün gizli bir şifre kararlaştırmıştık.) Edirne’de Kolordu komutanının kim olduğunu ve Cafer Tayyar Bey’in nerede bulunduğunu sordum. (belge: 17) Cevat Paşa 17 Haziranda yanıt verdi. “Cafer Tayyar Bey’in Birinci Kolordu Komutanı olarak Edirne’de bulunduğunu” öğrendim. (belge: 18)

Amasya’dan 18 Haziran 1919 günü, Edirne’de Birinci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Bey’e şifre ile verdiğim yönergede başlıca şunları bildirdim: “Ulusal bağımsızlığımızı boğan ve yurdun bölünmesi tehlikelerini hazırlayan ıtilâf devletlerinin yaptıklarını ve ıstanbul Hükümetinin tutsak ve güçsüz durumunu biliyorsunuz.

Ulusun kaderini böyle bir hükümetin eline bırakmak, çöküşe boyun eğmektir.

Trakya ve Anadolu’daki ulusal örgütleri birleştirmeye ve ulusun sesini bütün gürlüğüyle dünyaya duyuracak güvenilir bir yer olan Sivas’ta birleşik ve güçlü bir kurul toplamaya karar verilmiştir.

Trakya-Paşaeli Cemiyeti, yetkili olmamak üzere ıstanbul’da bir kurul bulundurabilir.

Ben ıstanbul’da iken Trakya Cemiyeti üyelerinden kimileriyle görüşmüştüm. şimdi zamanı geldi. Gerekenlerle gizlice görüşerek hemen örgütler kurunuz ve benim yanıma da delege olarak değerli bir iki kişi gönderiniz. Onlar gelinceye değin, Edirne ili haklarının savunucusu olmak üzere, beni vekil ettiklerini belirten, imzalı bir belgeyi kendi imzanızla ve şifre ile bildiriniz.

Bağımsızlığa ulaşıncaya değin, bütün ulusla birlikte, özveriyle çalışacağıma kutsal inançlarım adına ant içtim. Artık benim için Anadolu’dan ayrılmak söz konusu olamaz.”

Trakya’nın direnme gücünü artırmak amacıyla bu yönergeye şu bilgileri de ekledim: “Anadolu halkı baştan aşağı bölünmez bir bütün haline getirildi. Kararlar, ayrılıksız, bütün komutanlar ve arkadaşlarımızla birlikte alınıyor. Vali ve mutasarrıfların hemen hepsi bizden yanadır. Anadolu’daki ulusal örgütler ilçe ve bucaklara dek genişledi. ıngiliz koruyuculuğu altında bir bağımsız Kürdistan kurulması ile ilgili propaganda ve bu amacı güdenler saf dışı edildi. Kürtler, Türklerle birleşti.” (belge: 19)

Yunan Ordusunun Manisa ve Aydın Çevresine Girişi

Bu tarihe değin Yunan ordusunun Manisa ve Aydın çevrelerini de ele geçirdiğini (işgal) öğrendim. Ama ızmir’de ve Aydın’da bulunduklarını bildiğim kuvvetlerin ne durumda olduklarını gösterir açık bir bilgiyi daha hiçbir yerden elde edemiyordum. Doğrudan doğruya bu kuvvetlerin komutanlarına da birtakım buyruklar yazmıştım. Bunun üzerine, 29 Haziranda, 56. Tümen Komutanı Bekir Sami Bey’in, iki gün önceki tarihi taşıyan, bir şifresini aldım.

56. Tümene ızmir’de Hurrem Bey adında bir kişi komuta ediyormuş. Bu komutan ve ızmir’deki iki alayın kılıç artıkları, subaylarıyla birlikte, hemen hepsi tutsak olmuşlar. Yunanlılar bunları gemilerle Mudanya’ya götürmüşler. Bekir Sami Bey bu kılıç artıklarının komutasını üzerine almak için gönderilmiş.

Bekir Sami Bey 27 Haziran 1919 günlü telinde, 22 Haziran 1919 günlü iki buyruğumu ancak 27 Haziranda Bursa’ya vardığında alabildiğini söylüyor ve verdiği bilgiler ve yaptığı açıklamalarda: “Ulusal amaçları gerçekleştirecek yeter araçları bulamadığımdan, tümenimi düzene sokmayı başarırsam daha iyi hizmetler yapılabileceği kanısında olduğumdan, 21 Haziran sabahı Kula’dan Bursa’ya doğru yola çıkmak zorunda kaldım. Bununla birlikte, birçok engeller olduğu halde, ulusal eylemin ülkenin kurtarılması için çok gerekli olduğu düşüncesini her yana yaymayı başardım.” diyor. Düşündüklerimin ve yaptıklarımın doğruluğuna sağlam inancı olduğunu bildiriyor ve bu konuda hemen işe giriştiğini; Çine’de bulunan 57. Tümene de buyruk vermekliğimi ve kendisine de buyruk vermeyi sürdürmemi istiyordu. (belge: 20;)

Ulusal Örgütler Kurulması ve Ulusun Uyarılması

Bir hafta kadar Samsun’da ve 25 Mayıstan 12 Hazirana dek Havza’da kaldıktan sonra Amasya’ya gittim. Bu süre içinde bütün yurtta ulusal örgütler kurulması gerektiğini bir genelge ile bütün komutanlara ve sivil örgütlerin baş yöneticilerine bildirdim.

Devamı 3. Sayfada..

Etiketler: Nutuk, Nutuk 02. Bölüm, Nutuk Tam Metni, Nutuk ve Atatürk
 

KaRNeC

Yönetim Ekibi
Yönetici
Cvp: Nutuk (Söylev) 1919-1927 - Mustafa Kemal Atatürk

Dikkate değer ki, ızmir’e ve daha sonra Manisa’yı ve Aydın’ı düşmanın ele geçirişi ve yapılan her türlü saldırı ve zulüm hakkında ulus daha aydınlanmamış ve ulusal varlığına vurulan bu korkunç darbeye karşı açıkça hiçbir üzüntü ve sızıltı gösterilmemişti. Ulusun bu haksız darbe karşısında sessiz ve durgun kalması, elbette ulusun iyiliğine yorumlanamazdı. Bundan dolayı, ulusu uyarıp harekete getirmek gerekli idi. Bu amaçla 28 Mayıs 1919 günü, valilere ve bağımsız mutasarrıflıklara, Erzurum’da On Beşinci Kolordu, Ankara’da Yirminci Kolordu ve Diyarbakır’da On Üçüncü Kolordu Komutanlıklarına, Konya’da Ordu Müfettişliğine genelge ile şu yolda bildirimde bulundum:

ızmir’e ve daha sonra ne yazık ki Manisa’ya ve Aydın’a düşmanın girişi, gelecek tehlikeyi daha açık olarak sezdirmiştir. Ülke bütünlüğümüzün korunması için, ulusal tepkilerin daha canlı olarak gösterilmesi ve sürdürülmesi gerekir. Ulusal yaşayışı ve bağımsızlığı bozan düşmanın yurda (işgal) girişi ve yurt parçalarını koparıp alması gibi olaylar, bütün ulusa kan ağlatmaktadır. Üzüntüler önlenemiyor. Katlanılamayacak ve dayanılamayacak bu olayların hemen önlenmesi, bütün uygar uluslarla, büyük devletlerin adaletinden ve etkisinden sabırsızlıkla beklendiği yolunda, önümüzdeki hafta içinde ve çeşitli illere göre, Pazartesi başlayıp Çarşamba gününe dek gerekli işlemlerin arkası alınarak, yapılacak büyük ve coşkun toplantılarla ulusal gösterilerde bulunulması ve bunun köylere varıncaya dek bütün çevrede yapılması ve bütün büyük devletlerin temsilcileriyle Babıâli’ye (ıstanbul hükümetine. Sadrazamlık katına) etkili telgraflar çekilmesi ve yabancıların bulunduğu yerlerde bunlara da etki yapmakla birlikte, ulusal gösterilerde düzenin son derece korunması ve Hıristiyan halka karşı bir saldırıya ve düşmanlık gösterisine, kırıcılığa benzer davranışlarda bulunulmaması çok gereklidir. Sizler bu konularda duyarlı ve etkili bulunduğunuzdan, işin iyi yönetileceğine ve başarılacağına tam güvenim vardır. Sonucun bildirilmesini rica eylerim.

Ulusal Gösteri Toplantıları

Verdiğim bu yönerge üzerine her yerde gösteriler yapılmaya başlandı.

Yalnız sayılı yerlerde, birtakım kuruntular yüzünden, duraksamalar olduğu anlaşılmıştır. Örneğin: On Beşinci Kolordu Komutanının Trabzon ile ilgili olarak gönderdiği 9 Haziran 1919 günlü şifreden (belge: 21): “Gösteri toplantısı sırasında Rumların uygunsuz davranışlarda bulunabilecekleri ve hiç yoktan kötü bir olay çıkabileceği düşünülerek, gösteri toplantısına karar verilmiş iken bu kararın uygulanmadığı. . . gösteriyi düzenleyen kurulun toplantısında ıstrati ve Polidis’in de bulunduğu” anlaşılıyordu.

Trabzon, Karadeniz kıyısında önemli bir merkez olduğundan, orada ulusal girişimler ve çalışmalarda kararsızca davranış ve Yunanlılara karşı yapılacak ulusal gösterilerle ilgili görüşmelerde ıstrati ve Polidis efendileri bulundurmak gibi, girişimin ciddi olmadığını gösterecek gevşeklikler, elbette ıstanbul ve düşmanlar için pek değerli belirtiler sayılır.

Verdiğim yönergedeki görüşü kötüye kullanacak kadar ustalık gösterenler de oldu. Örneğin: Sinop’a yeni atanan bir mutasarrıf, orada yapılan gösterileri kendisi yönetiyor ve gösteri kararlarını kendisi yazıp halka imza ettirdiğini söylüyor ve bize de bir örneğini gönderiyor. Bu adamın zavallı halka gürültü patırtı arasında imza ettirdiği uzun yazılar içinde şu satırlar gizleniyordu: “Türkler ilerleyip gelişemediyse ve Avrupa’nın uygarlık ilkelerini kabul edip sindiremediyse bu, şimdiye değin iyi bir yönetime kavuşamadığından ileri gelmiştir. Türk ulusu, ancak kendi padişahının buyruğu ve egemenliği altında olmak koşuluyla Avrupa’nın gözetim ve denetiminde kurulacak bir yönetim örgütü ile yaşayabilir.”

Baylar, Sinop halkı adına ıtilâf Devletleri temsilcilerine verilen 3 Haziran 1919 günlü bu andırının altındaki imzalara göz gezdirirken müftü vekili efendinin imzasının yanında gördüğüm imza, bilginize sunduğum satırları yazan ve yazdıran ruhu bulup çıkarmama yaradı. O imza, Hürriyet ve ıtilâf Fırkası ikinci başkanı olan kişinin imzası idi.

Ulusal Gösterilerin Yankıları

Her yerde gösteriler yapılması için bildirimler yaptığım günden üç gün sonra, Harbiye Nazırının 31 Mayıs 1919 günlü şu telini aldım:

ıngiltere Olağanüstü Komiserliğinden Babıâli’ye bildirilip Harbiye Nazırlığına gönderilen nota örneği aşağıya çıkarılmıştır:

Bugüne değin gelen raporlardan Üçüncü Kolordu bölgesinde her zaman görülebilecek haydutluk olaylarından başka bir şey olmadığı bilinmekle birlikte, son notada ileri sürülen olaylar üzerine özel soruşturma yapılarak sonucunun ivedilikle bildirilmesini rica ederim.

31.5.1919

Harbiye Nazırı

şevket

Örnek

1- Sivas’ın bugünkü durumu ve adı geçen kentte ya da bu kentin yakınında çok sayıda toplanmakta bulunan Ermeni sığınıklarının (mültecilerinin) esenliği üzerine en son olarak oldukça kaygı verici haberler aldığımı yüce kişiliğinize bildirmekle övünç duyarım.

2- Bundan dolayı, askeri komutanın görev bölgesi içinde bulunan Ermenilerin iyi korunması ve gözetilmesi için elden gelen bütün önlemlerin alınmasını kesin olarak belirten ve herhangi bir öldürme ya da kötü davranış olursa kendisinin doğrudan doğruya sorumlu tutulacağını bildiren bir telin Yüksek Harbiye Nazırlığınca adı geçen komutana ivedilikle çekilmesi yolunda buyruk verilmesini yüce kişiliğinizden rica ederim.

3- Bu yönergeye benzer yönergelerin ilgili sivil yöneticilere de ayrıca gönderilmesini rica ederim.

4- Ülke içindeki düzensizlik üzerine yüce kişiliğinizin haklı olarak ne denli kaygılı bulunduğunu bildiğim için yüce kişiliğinize ayrıca işbu (……..) uyulacağı kanısındayım.

5- Söz konusu olan yönergenin gönderilme tarihi üzerine verilecek bilginin beni pek çok sevindireceğini bildiririm.

Sivas vali vekilliğinden aldığım 2 Haziran 1919 günlü bir telyazıda da: “Bugün Albay Dömanj (Demange) imzasıyla alınan telde ızmir’e Yunanlıların girişi üzerine Aziziye’de Hıristiyanların ölümle korkutulduğu öğrenilmiştir. Bu ise uygun değildir. Size haber veriyorum ki bu durumlar, müttefik askerlerinin ilinize girmesine neden olur, anlamında bildirim yapılmaktadır…” denilmekte idi.

Gerçekte, ne Sivas’ta kaygı verici bir durum vardı, ne de Hıristiyanlar ölümle korkutulmuştu. Sorunu, ulusça yapılmaya başlanılan gösteri toplantılarından kaygılanan ve bunu amaçlarının gerçekleşmesine engel sayan Hıristiyan azınlıkların, yabancıların dikkatini çekmek için, bile bile yaydıkları uydurma haberler olarak kabul etmek gerektir. (belge: 22, 23, 24) Harbiye Nazırlığının nota örneğini içine alan teline verdiğim yanıtı olduğu gibi bilginize sunacağım.

Haberalma 3 Haziran 1919

Çok ivedidir.

Sayı 58

Harbiye Nazırlığı Yüksek Katına

Y (Yanıt): 2 Haziran 1919 şifre:

Sivas ve çevresinde eskiden beri bulunan Ermenileri ve daha sonra sığınanları korkutacak hiçbir olay geçmemiştir. Ne Sivas’ta, ne de çevresinde kaygı verecek hiçbir durum yoktur. Herkes sessizce kendi iş ve güçleriyle uğraşmaktadır, Bunu kesin olarak bilginize sunar ve inanmanızı dilerim. Bu duruma göre, ıngiliz notasındaki haberlerin nereden çıktığını benim bilmem gerekir. Düşmanın ızmir ve Manisa’yı ele geçirişiyle ilgili acı haber üzerine Müslüman halkın yaptığı ve Hıristiyan azınlıklara karşı hiçbir düşmanlık duygusu gütmeyen toplantılardan kimi kişilerin ürkmüş olmaları düşünülebilir. ıtilâf Devletleri, ulusumuzun haklarına ve bağımsızlığına saygılı kaldıkça ulus da yurt dokunulmazlığının kesinliğine güvendikçe, Müslüman olmayan halkın korkuya düşmesine hiçbir neden yoktur. Bu konuda devlete karşı her türlü sorumluluğu yüklenir ve buna tam olarak güvenilmesini dilerim. Ama bağımsızlığı ve ulusal varlığı yok eden ve ulusun yaşamını tehlikeye düşüren işgal, cana kıyması ve her türlü saldırıları gibi, ızmir yöresinde görülegelen olayların ve benzerlerinin baş göstermesine karşı ne ulusun coşkusunu ve vicdan sızlamalarını, ne de bundan doğan ulusal gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede hiçbir güç göremeyeceğim gibi bu yüzden ortaya çıkacak olayların karşısında da sorumluluk yüklenebilecek ne komutan, ne sivil yönetici, ne de hükümet düşünürüm.

Mustafa Kemal

Bu nota örneğiyle verdiğim yanıtın örneği bütün komutanlara, vali ve mutasarrıflara genelge ile bildirildi.

O günlerde ıngiliz Muhipler Cemiyetiyle birlik olarak bütün ulusça ıngiltere’den yardım istenmesinin bu dernek adına, Sait Molla imzasıyla bütün belediye başkanlıklarına bir telle bildirildiğini ve bu teli etkisiz bırakmak için, ulusu gereği gibi aydınlatmakla birlikte hükümet katına başvurmaktan geri kalmadığımı da öğrenmişsinizdir. (belge: 25) Bundan başka, 27 Mayıs 1919 günü “Türkiye Havas-Royter” adındaki ajansın, toplanan Saltanat şûrası (Padişahlık Danışma Kurulu) ile ilgili olarak verdiği haberler arasında: “Bütün üyelerin düşüncesi, Türkiye’nin büyük devletlerden birinin yardımını sağlamak üzerinde toplanmıştır.” haberini yayması üzerine Sadrazam: “Ulusun, bağımsızlığını korumaya kararlı olduğunu ve bütün kötü sonuçlara karşı her türlü özveriyi göze aldığını ve ulusal vicdanı yansıtmayan haberlerin kaygı verici yankılar doğurduğunu” yazmakla birlikte, bütün ulusa da bu durumu nasıl bildirdiğimi başka bir açıklama sırasında söylemiştim.

Sadrazam Ferit Paşa’nın Paris’e, bilinen çağrılışı üzerine, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk toplantı günlerinde birtakım demeçler vermiştim. Bu konuda düşünce ve davranışımın ne olduğunu açıklamak amacıyla şu belgeyi olduğu gibi bilginize sunacağım:

şifre Havza

ıvedidir. 3.6.1919

Kişiye özel

Samsun’da Üçüncü Kolordu Komutanı Refet Beyefendi’ye

Erzurum’da On Beşinci Kolordu Komutanı Kâzım Paşa (Kâzım Karabekir) Hazretlerine

Canik Mutasarrıfı Hamit Beyefendi’ye

Erzurum Valisi Münir Beyefendi’ye

Sivas Vali Vekili Hâkim Hasbi Efendi Hazretlerine

Kastamonu Valisi ıbrahim Beyefendi’ye

Ankara Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa Hazretlerine

Konya’da Yıldırım Birlikleri Müfettişi Cemal Paşa Hazretlerine

Diyarbakır’da On Üçüncü Kolordu Komutanı Vekili Cevdet Beyefendi’ye

Van Valisi Haydar Beyefendi’ye

Fransa siyasal temsilci Hay Döfrans’ın (Defrance) sadrazamlık yüce katına gelerek Osmanlı Devletinin haklarını konferansta savunmak için Paris’e gidebileceklerini bildirdiği, Dahiliye Nazırlığının resmi bildirimlerinden ve ajans yayınlarından anlaşılmıştır. Ulusumuzun ızmir olayı üzerine gösterdiği ulusal tepki ve böylece bağımsızlığı koruma konusunda beliren kesin direnişinin sonucu olan bu şerefli durum övülmeye değer. Ama, böyle olduğu halde Yunanlılar ızmir ilini ele geçirmekten alıkonulmuş değildir. Her halde ulusun haklarını bilir ve onu çiğnetmemek için parçalanmaz bir bütün olarak özveriye hazır olduğunu ıtilâf Devletlerine karşı göstermeye ve tanıtlamaya devam edildikçe adı geçen devletlerin ulusumuzu sayar ve haklarını tanır olacaklarına kuşku yoktur.

Sadrazam Paşa Hazretlerinin konferansta Osmanlı Devleti’nin haklarını savunmak için büyük çaba gösterecekleri doğaldır. Ancak, ulusça kesin olarak savunulması istenilen ve gerekli görülen haklar özellikle iki noktada önem kazanır. Birincisi, kesin olarak devlet ve ulusun tam bağımsızlığı, ikincisi de yurdun temel birimlerinde çoğunluğun azınlıklara feda edilmemesidir.

Bu konuda, Paris’e gitmeye hazırlanan kurulun görüşü ile ulusal vicdanın kesin isteği arasında tam bir uygunluk gerekir. Böyle olmazsa ulus, çok güç durumda ve düzeltilemez olupbittiler karşısında kalabilir. Bu kaygıyı doğuran nedenler şunlardır: Sadrazam Paşa Hazretleri, duyduğumuz demecinde Ermeni özerkliği ilkesini kabul etmiş olduğunu bildirdi. Bunun sınırını bildirmedi. Bundan, doğu illeri halkı elbette üzüntü duydu ve durumun açıklanmasını istemek zorunda kaldı. Toplanmış olan Saltanat şûrası’nda da, hemen bütün üyeler, ulusal bağımsızlığın korunmasını ve ulus alın yazısının bir ulusal kurultay eline bırakılmasını istemelerine karşın, yalnız hükümetin dayandığı ıtilâf ve Hürriyet Fırkası adına, başkanı Sadık Bey ıngiltere’nin koruyuculuğunu istemeyi yazılı olarak önerdi, Geniş bir Ermenistan özerkliği ve devletin bir yabancı devlet koruyuculuğunu kabulü konularında ulusal istekle bugünkü hükümetin görüşü arasında uygunluk olmadığı görülüyor. Sadrazam Paşa Hazretleriyle yanında gidecek kurulun, ulus haklarını savunmada uyacakları ilkeler ve program ulusça bilinmedikçe, yukarıda bilgilerine sunulan noktalarda kaygılanmaktan geri durulamaz. Bundan dolayı, illerdeki ve illere bağlı yerlerdeki Müdafaai Hukuku Milliye (Ulusal Hakları Savunma) ve Reddi ılhak derneklerinin temsilci kurullarınca ve bu derneklerin kuruluşları tamamlanamayan yerlerde de Belediye kurullarınca Sadrazam Paşa Hazretlerine ve doğrudan doğruya Padişah Hazretlerine telyazılarıyla başvurularak ulusal tam bağımsızlığın dokunulmazlığı ve ulus çoğunluğu haklarının korunması ilkesinin ulusun temel koşulu olduğu bildirilmeli ve gidecek kurulun buna göre savunma ilkelerini ulusa resmi olarak ve açıkça duyurması istenmelidir. Ulusun bu davranışı üzerine, gidecek kurulun savunmaya çalışacağı ilkelerin gerçekten ulusun isteği olduğu ıtilâf Devletlerince bilinecek ve elbette daha çok önemle göz önünde tutulacak, kurulun görevi kolaylaşacaktır. Bu düşüncelerin gerekenlere tez elden ulaştırılmasını ve bildirilmesini, yurdumuzun alınyazısı adına yüce ve yurtsever kişiliğinizden önemle rica ederim. Bu telin alındığı zamanın bildirilmesini de rica ederim.

Mustafa Kemal

ıstanbul’a Geri Çağırılışım

Bu tarihten beş gün sonra, yani 8 Haziran 1919′da Harbiye Nazırı’nın beni ıstanbul’a çağırdığını ve gizli olarak sormam üzerine kimlerin isteğiyle ve niçin çağırıldığımı, devlet büyüklerinden bir kişinin bildirdiğini daha önce yaptığım bir açıklama sırasında söylemiştim. O devlet büyüğü, Genelkurmay Başkanlığı görevinde bulunan Cevat Paşa idi. Bunun üzerine, ıstanbul ile yapılmış yazışmaların bir kısmı herkesçe öğrenilmiştir. Bu yazışmalar, Erzurum’da görevimden çekildiğim güne değin değişik Harbiye nazırlarıyla ve doğrudan doğruya saray ile süregelmiştir.

Anadolu’ya geleli bir ay olmuştu. Bu süre içinde bütün orduların birlikleriyle ilişki ve bağlantı sağlanmış ve ulus elden geldiğince aydınlatılarak uyarılmış, ulusal örgütleşme düşüncesi yayılmaya başlamıştı. Durumu artık bir komutan kimliği ile yürütüp yönetmeye olanak kalmamıştı. Yapılan çağrıya uymamak ve gitmemekle birlikte, ulusal örgütleri ve eylemi yönetmeyi sürdürdüğüme göre, başkaldırır duruma girdiğim kuşku götürmezdi. Bundan başka ve özellikle uygulamaya karar verdiğim girişim ve yürütümlerin köklü ve sert olacağını tasarlamak güç değildi. Bundan dolayı girişim ve yürütümlerin bir an önce kişisel olmak niteliğinden çıkarılması ve bütün ulusun birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir kurul adına yapılması çok gerekli idi.

Sivas’ta Genel Bir Kongre Toplama Kararı

Bu nedenle 18 Haziran 1919 günü Trakya’ya verdiğim yönergede işaret ettiğim bir noktanın uygulanması zamanı gelmiş bulunuyordu. Hatırınızdadır ki o nokta, Anadolu ve Rumeli ulusal örgütlerini birleştirecek, bunları bir merkezden yönetmek ve adlarına iş görmek üzere, Sivas’ta genel bir ulusal kurultay toplamaktı. Bu amaçla emir subayım Cevat Abbas Bey’e 21/22 Haziran 1919 gecesi Amasya’da söyleyip yazdırdığım genelgenin başlıca noktaları şunlardı:

1- Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.

Devamı 4. Sayfada..

Etiketler: Nutuk, Nutuk 03. Bölüm, Nutuk Tam Metni, Nutuk ve Atatürk
 

KaRNeC

Yönetim Ekibi
Yönetici
Cvp: Nutuk (Söylev) 1919-1927 - Mustafa Kemal Atatürk

2- ıstanbul’daki hükümet (Hükümeti Merkeziye), üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş gibi gösteriyor.

3- Ulusun bağımsızlığını yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır.

4- Ulusun durumunu ve davranışını göz önünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden kurtulmuş ulusal bir kurulun varlığı çok gereklidir.

5- Anadolu’nun her yönden en güvenli yeri olan Sivas’ta ulusal bir kongrenin tez elden toplanması kararlaştırılmıştır.

6- Bunun için bütün illerin her sancağından, halkın güvenini kazanmış üç delegenin olabildiğince çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir.

7- Her olasılığa karşı, bu iş, ulusal bir sır gibi tutulmalı ve delegeler gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmelidirler.

8- Doğu illeri adına 10 Temmuzda (Rumi tarihe göre. Aslı: 23 Temmuz) Erzurum’da bir kurultay toplanacaktır. O güne değin öteki il delegeleri de Sivas’a ulaşabilirlerse Erzurum kongresinin üyeleri de Sivas’ta yapılacak genel toplantıya katılmak üzere yola çıkarlar. (Belge 26)

Görüyorsunuz ki bu yazdırdıklarım, aslında vermiş ve dört gün önce Trakya’ya bildirmiş olduğum bir kararın Anadolu’ya da genelge ile bildirilmesinden başka bir şey değildir. Bu kararın 21/22 Haziran 1919 gecesi, karanlık bir odada alınmış korkunç ve gizemli (esrarengiz) yeni bir karar olmadığı kolaylıkla anlaşılır sanırım.

Bu noktanın aydınlanması için isterseniz küçük bir açıklamada bulunayım.

Baylar, o müsvedde işte olduğu gibi şu kâğıtlardır, (göstererek) dört maddeliktir, içindekileri söyledim. Altında benim imzam vardır. Bir de, görevi dolayısıyla, kurmay başkanım bulunan Albay Kâzım Bey’in (şimdi ızmir Valisi Kâzım Paşa – Kâzım Dirik), kurmaylarımdan bildirim işleriyle görevli Hüsrev Bey’in (şimdi elçi), askeri makamlara şifre eden emir subayım Muzaffer Bey’in ve sivil katlara şifre eden bir sivil görevlinin imzaları vardır. Bundan başka daha birtakım imzalar vardır.

Bu imzaların bu müsveddeye konması güzel bir talih ve rastlantıdır.

Adını Saklayan Bir Tanıdığın Amasya’ya Gelmesi

Daha Havza’da bulunduğum sırada, Ankara’da bulunan Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’dan bir şifre aldım. Bu şifre: “Tanıdığınız bir kişi kimi arkadaşlarla ıstanbul’dan buraya gelmiştir. Ne yapmalarını buyuruyorsunuz?” anlamında idi. Sanki bir bilmeceyi andıran bu tel, beni pek çok ilgilendirdi ve şaşırttı. Söz konusu kişiyi tanıyorum. Benden ne yapacağını soruyor. Ankara’da arkadaşım olan güvenilir bir komutanın yanında. Tel de şifredir. Öyleyse neden adını şifreyle bile yazdırmaktan çekiniyor? Epeyce düşündüm. Anlar gibi oldum. Kestirilebilir ki bilmece çözmekle uğraşacak zamanım yoktu. Ama, Fuat Paşa’yı yakından görmek; bölgeleri, çevreleri, düşünceleri üzerinde görüşmek bence çok istenilir bir şeydi. Bu bilmeceli telin uyandırdığı düşünceyle kendisine şu ricada bulundum; “Ankara’dan ayrıldığınızı belli etmeyecek biçimde gereken düzenlemeleri yaptıktan sonra ad ve kılık değiştirerek birkaç gün için ivedilikle yanıma geliniz. ıstanbul’dan gelen arkadaşları da birlikte getiriniz.”

Gerçekten, Fuat Paşa dediğim gibi Havza’ya doğru yola çıkar. Ama, birtakım zorlayıcı nedenlerden dolayı, hemen Havza’dan ayrılıp Amasya’ya gitmek gerekmişti. Fuat Paşa, Havza yolunda durumu anlar ve Amasya’ya yönelir. ışte böylece 21/22′de Amasya’da yanımda bulunuyor. Adı şifrede bildirilmeyen kişi de Rauf Bey idi.

ıstanbul’dan ayrılmak üzere, evimden otomobile bineceğim sırada Rauf Bey yanıma gelmişti. Bineceğim vapurun izleneceğini ve ıstanbul’da iken tutuklamadıklarına göre, belki de Karadeniz’de batırılacağımı güvenilir kimselerden işitmiş, onu bildirdi. Ben ıstanbul’da kalıp tutuklanmaktansa batıp boğulmayı yeğledim ve yola çıktım. Kendisine de, önünde sonunda ıstanbul’dan çıkmak zorunda kalırsa benim yanıma gelmesini söyledim.

Rauf Bey gerçekten ıstanbul’dan çıkmak gereğini duymuş ve çıkmış; ama benim yanıma gelmedi. Arkadaşı olan 56. Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Bey’le buluşmak istemiş ve ızmir cephesine daha yakın bir yerde daha etkili ve daha yararlı olacağını sanarak Bandırma – Akhisar yoluyla Manisa bölgesine gitmiş. Gittiği yerde, halkın içgücünü (ahvali maneviyesini) yitik, durumu öldürücü ve korkunç görmüş. Hemen adını değiştirerek oradan Ödemiş, Nazilli, Afyonkarahisar üzerinden Aziziye – Sivrihisar yoluyla ve araba ile de Ankara’ya Fuat Paşa’nın yanına gelmiş ve bana başvurmuş. Pek güzel ama, adını saklayarak beni üzmenin anlamı var mıydı?

Öte yandan, Üçüncü Kolordu Komutanım olup Samsun Mutasarrıflığında bıraktığım Refet Bey’i artık Sivas’a, Kolordu merkezine göndermek istiyordum. Birkaç kez, gelmesi için buyruk vermiştim. Bölgesinde geziye çıkmış. Buyruklarıma bile karşılık alamıyordum. En son, o da bir rastlantıyla, o gün gelmişti.

Rauf ve Refet Beylerin Kararsızlığı

şimdi imza işine gelelim: Ben müsveddenin yeni gelen arkadaşlarca da imzalanmasını istedim. O sırada Rauf ve Refet Beyler benim odamda, Fuat Paşa başka bir odada bulunuyorlardı.

Rauf Bey, konuk olduğundan bu müsveddeye imza koymak için kendinde bir ilgi ve yetki görmediğini, incelikle söyledi. Bunun bir tarihsel an değerinde olduğunu ileri sürerek imza etmesini söyledim. Bunun üzerine imza etti.

Refet Bey imzadan çekindi ve böyle bir kongre toplamaktaki amaç ve yararı anlayamadığını söyledi.

ıstanbul’dan beri yanımda getirdiğim bu arkadaşın -tuttuğumuz yola göre- anlaşılması pek kolay olan bir konuda açığa vurduğu düşünüş ve duyuş biçimi bana çok acı geldi. Fuat Paşa’yı çağırttım. Paşa, düşüncemi anlayınca hemen imza etti. Fuat Paşa’ya Refet Bey’in çekinme nedenini anlayamadığımı söyledim. Fuat Paşa Refet Bey’i biraz sıkı bir sorgulayınca, Refet Bey müsveddeyi eline alarak kendine özgü bir işaret koydu. Öyle bir işaret ki bunu bu müsveddede bulmak biraz zordur. (Buyurun, merak eden inceleyebilir.)

Baylar, gereksiz gibi görülebilen bu açıklama, sonraki yıllar ve olaylarla ilgili birtakım karanlık noktaları aydınlatmaya yarar düşüncesiyle yapılmıştır.

ıstanbul’daki Bazı Kimselere Gönderdiğim Mektup

Kongreye çağrı genelgesi, sivil ve askeri makamlara şifreli olarak gönderildi. Bundan başka, ıstanbul’da bulunan kimi kişilere de gönderildi. Ama, bu kişilere ayrıca bir de genelge niteliğinde mektup yazdım. Kendilerine mektup yazdığım kişiler şunlardı: Abdurrahman şeref Bey, Reşit Akif Paşa,Ahmet ızzet Paşa, Seyit Bey,Halide Edip Hanım, Kara Vâsıf Bey, Ferit Bey (Nafıa Nazırı – Bayındırlık Bakanı idi), Sulh ve Selâmet Fırkası (Barış ve Esenlik Partisi) Başkanı Ferit Paşa (sonradan Harbiye Nazırı oldu), Câmi Bey, Ahmet Rıza Bey.

Bu mektupta söylediğim noktaları özet olarak yineleyeceğim:

1- Yalnız mitingler ve gösteriler, büyük amaçları hiçbir zaman gerçekleştiremez.

2- Bunlar ancak doğrudan doğruya ulusun bağrından doğan ortak güce dayanırsa kurtarıcı olur.

3- Aslında, acı olan durumu öldürücü biçime sokan en keskin etmen, ıstanbul’daki karşı akımlar ve ulusal erekleri zararlı bir biçimde desteksiz bırakan siyasal ve ulus yararına aykırı propagandalardır. Bunun cezasını yurdumuzun nasıl çektiğini pek çok görmekteyiz.

4- Artık ıstanbul Anadolu’ya egemen değil, bağlı olmak zorundadır.

5- Size düşen özveri pek büyüktür. (belge: 27)

Ali Kemal Bey’in Genelgesi

25 Hazirana değin Amasya’da kaldım. Hatırlardadır ki, o günlerde Dahiliye Nazırlığı görevinde bulunan Ali Kemal Bey, benim görevimden çıkarıldığım ve artık benimle hiçbir resmi işlem yapılmaması ve hiçbir isteğimin yerine getirilmemesi konusunda şifre ile bir genelge yayımlamıştı.

23 Haziran 1919 gün ve 84 sayılı olan bu şifre içeriği, ilginç bir anlayışı gösterir belge olduğu için, olduğu gibi bilginize sunacağım:

Dahiliye Nazırı Ali Kemal Bey’in 23.6.1919 gün ve 84 sayılı şifresinin açılmış örneğidir.

“Mustafa Kemal Paşa büyük bir asker olmakla birlikte, bugünün siyasasını o ölçüde bilmediği için, olağanüstü yurtseverlik ve çaba gösterdiği halde, yeni görevinde hiç başarılı olamadı. ıngiliz Olağanüstü Temsilcisinin isteği ve üstelemesi üzerine görevinden alındı ve alındıktan sonra yaptıkları ve yazdıkları ile de bu kusurlarını daha çok açığa vurdu. Reddi ılhak dernekleri gibi, Karesi (Balıkesir) ve Aydın dolaylarında Müslüman halkı haksız yere kırdırmaktan ve böyle bir durumdan yararlanarak halkı haraca kesmekten başka bir iş görmeyen; buyruk dinlemez, saygısız ve yasadışı kurulan birtakım kurullar için öteden beri çektiği tellerle de siyasadaki yanılgılarını yönetimde de artırdı. Adı geçenin ıstanbul’a getirilmesi Harbiye Nazırlığını ilgilendiren bir görevdir. Ama Dahiliye Nazırlığının size kesin buyruğu, artık o kişinin görevinden çıkarılmış olduğunu bilmek, kendisiyle hiçbir resmi işleme girişmemek, hükümet işleriyle ilgili hiçbir isteğini yerine getirmemektir, Bu yönergeye uygun iş görmekle ne gibi sorumlulukların ortadan kalkacağını anlayacağınızı biliyorum. Bu önemli ve korkulu dakikalarda görevli olsun, halktan olsun, her Osmanlıya (Osmanlı Devleti’nin uyruğu olan herkese) düşen en büyük ödev, barış konferansınca kaderimiz üzerine karar verilirken ve beş yıldır yaptığımız deliliklerin hesapları görülürken artık aklımızın başımıza devşirdiğini göstermek; akıllıca ve tedbirlice davranışlara uymak; parti, mezhep, ırk anlaşmazlıklarını gözetmeksizin herkesin yaşamını, malını, ırzını korumakla uygarlık dünyası karşısında bu ülkeyi bir daha lekelememek değil midir?”

Ali Kemal Bey ve Padişah

Bu şifre genelgeden ancak Sivas’a vardığım 27 Haziran 1919 günü haberim oldu. Ali Kemal Bey, 23 Haziran günü bu genelgesiyle düşmanlara ve Padişaha karşı önemli bir görev yaptıktan sonra 26 Haziran 1919 günü hükümetten çekilmiştir. Ali Kemal Bey’in Sadrazama verdiği resmi çekilme yazısından başka, Saraya gidip Padişaha kendi eliyle verdiği çekilme yazısı örnekleri ve sözlü olarak bildirdikleri ve Padişahın ona verdiği yanıt hakkında çok sonra bilgi edindim.

Ali Kemal Bey, çekilme yazılarında, özellikle Padişaha sunduğunda: “Osmanlı ülkesinin çeşitli yerlerinde birden baş gösteren ayaklanma ve kargaşalık belirtileri üzerine, ayaklanma ateşinin hemen ve yayılmadan durdurulup söndürülmesi ve yok edilmesi için önlemler almak yalnız kendi makamını ilgilendirirken, Padişahtan gördüğü yakın ilgiyi ve güveni çekemeyen bazı arkadaşlarının birçok boş özürler ileri sürerek ayaklanmanın genişlemesine yol açmakta olduklarından” söz ettikten sonra: “Resmi görevinden çekilmekle birlikte özel olarak hizmet edeceğini ve bağlılıktan ayrılmayacağını” yazısına ekliyor ve sözlü olarak da: “Resmi görevden ayrılmamı fırsat sàyan hasımlarımın saldırılarından kulunuzu koruyunuz.” diye yalvarıyor.

Padişah, buna karşılık: “Beni büsbütün yalnız bırakmayacağına güveniyorum. Bağlılığınız bana büyük umut ve teselli vermişti. Saray her dakika size açıktır. Refik Bey’le işbirliği yapmaktan ayrılmayınız.” gibi okşayıcı sözler söylüyor. (belge: 28)

Bağlılığından Padişahın büyük umut ve teselliye kapıldığı Ali Kemal’i, nazırlık görevinde ve Padişahın yanında gördükten sonra, onu bir de asıl gerçek görevi başında görelim.

Canınız sıkılmazsa, Sait Molla’nın Rahip Fru’ya yazdığı mektuplardan birini gözden geçirelim:

“Ali Kemal Bey’e son felâketi üzerine üzüntü duyduğunuzu söyledim. Bu değerli kişiyi elde bulundurmak gerek, bu fırsatı kaçırmayalım. Bir armağan sunmak için en uygun zamandır.”

“Ali Kemal Bey dün o kişi ile görüşmüş. Basın işinde biraz ağırdan almak gerektiğini söylemiş. Bir kez herhangi bir gidişten yana çevrilen düşünür ve yazarları öncekine aykırı bir amaca yöneltmek bizde kolay olmaz. Bütün resmi görevliler ulusal eylemi şimdilik iyi görüyorlar, demiş. Ali Kemal Bey, yönergenize eksiksiz uyacak. Zeynelâbidin Partisiyle de işbirliği yapmaya çalışıyor. Kısacası, işler bulandırılacak.”

Bu mektuba bir çıkma yapılmış, şimdi onu da okuyalım: “Çıkma: Birkaç kezdir söylemek istediğim halde unutuyorum. Mustafa Kemal Paşa’ya ve onu tutanlara biraz arka çıkar gibi görünmeli ki kendisi tam güvenle buraya gelebilsin. Bu işe olağanüstü önem veriniz. Kendi gazetelerimizle onu destekleyemeyiz.”

Bu belgeler üzerinde sırası gelince, daha çok bilgi veririm. şimdilik bu kadarı yeter.

Ali Galip Bey Sivas’ta

Ali Kemal Bey’in, Amasya’da iken daha duymadığımı söylediğim genelgesi, görevlilerin ve halkın kafalarını gerçekten karıştırmış. Her yerde eksik olmayan yıkıcı ruhlu kimseler, hemen bana karşı propagandaya ve çalışmaya girişmişler.

Bu yoldaki baltalayıcı gösterilerin ve işlerin en önemlisi Sivas’ta düzenlenmeye başlamış.

ızin verirseniz bunu kısaca anlatayım: Dahiliye Nazırı Ali Kemal Bey’in genelge ile verdiği buyruğun tarihi olan 23 Haziran günü, Sivas’ta Ali Galip Bey adında bir kişi, on kadar adamıyla hazır bulunuyormuş. Bu kişi, ıstanbul’dan, Elazığ (Eski adı: Mâmuretülaziz -Elaziz) Valisi olarak gönderilmiş olan Kurmay Albay Ali Galip’tir. Sözde, ilin ikinci derecede görevlileri olmak üzere, birtakım adamları da ıstanbul’dan seçmiş, yanında götürüyor.

Ali Galip, yolu üzerinde bulunan Sivas’ta durmuş. Özel görevi bulunduğu belli olan Ali Galip, orada hemen kendinden yana etkin kişiler bulmuş. Görevini iyi uygulamak için düzen kurmaya ve önlemler almaya başlamış.

Dahiliye Nazırlığının, beni kötüleyen buyruğu gelir gelmez, çalışma başlamış. Sivas sokaklarında benim “hain, başkaldırmış, zararlı bir adam” olduğum yolunda, duvarlara yaftalar yapıştırılmış.

Kendisi de bir gün, Sivas’ta vali bulunan rahmetli Reşit Paşa’nın yanına giderek, Dahiliye Nazırlığının buyruğundan söz açtıktan sonra, Sivas’a gidersem bana karşı ne işlem yapacağını sormuş.

Reşit Paşa, ne yapılabileceğinin açıklanmasını istemiş. Ali Galip: “Ben senin yerinde olsam hemen kollarını bağlar, tutuklarım ve senin de böyle yapman gerekir.” demiş.

Reşit Paşa, bu işin bu denli kolay olacağına inanamamış; görüşme epey uzamış. Görüşmeye katılanlar çoğalmış. Üstelik bir kısım halk, verilecek kararı anlamak üzere toplanmış.

Bugün, Haziranın 27′nci günüdür. Gözlerimizi, yeniden bu noktaya dönmek üzere, bir an için bu levhadan ayıralım ve Amasya’ya çevirelim.

Sivas’a Gidiş

Ayın 25′inci günü, Sivas’ta beni kötüleyici birtakım uygunsuz olaylar geçmeye başladığını öğrendim. 25/26 Haziran gecesi yaverim Cevat Abbas Bey’i çağırdım ve: “Yarın sabah karanlıkta Amasya’dan güneye gideceğiz.” dedim. Bu gidişimiz gizli tutularak hazırlanılması için emir verdim.

Bir yandan da Beşinci Tümen Komutanı ve kurmaylarımla, gizli olarak, şu önlemi kararlaştırdık: Beşinci Tümen Komutanı, tümeninden seçme subay ve erlerle olabildiğince güçlü bir atlı piyade birliğini hemen o geceden başlayarak çabucak kuracaktı. Ben, 26 Haziran sabahı karanlıkta arkadaşlarımla birlikte otomobil ile Tokat’a gitmek üzere yola çıkacaktım. Birlik kurulur kurulmaz, Tokat üzerinden Sivas’a doğru gönderilecek ve benimle bağlantı arayacaktı. Gidişimiz, hiçbir yere telle bildirilmeyecek ve elden geldiğince Amasya’da da açığa vurulmayacaktı.

26′da Amasya’dan yola çıktım. Tokat’a varır varmaz telgrafhaneyi göz altına aldırarak benim varışımın Sivas’a ve hiçbir yere bildirilmemesini sağladım. 26/27 gecesini orada geçirdim, 27′de Sivas’a doğru yola çıktım. Otomobille Tokat’tan Sivas’a aşağı yukarı altı saattir.

Sivas valisine, Tokat’tan Sivas’a gelmek üzere yola çıktığımı bildiren açık bir tel yazdım. ımzada “Ordu Müfettişliği” sanını kullanmıştım.

Telde, özel bir düşünce ile, yola çıkış saatimi bildirmiştim, Ama bu telin, ayrılışımdan altı saat sonra çekilmesini ve o zamana değin hiçbir yoldan Sivas’a bilgi verilmemesini sağlayacak önlemleri aldırdım.

şimdi baylar, gözlerimizi yeniden Sivas’ta bıraktığımız levhaya çevirelim.

Ali Galip Bey’le Reşit Paşa arasında bana karşı ne gibi bir işlem yapılacağının tartışılması sahnesine… Tartışmanın kızıştığı bir sırada, Reşit Paşa’nın eline benim Tokat’tan çekilen telimi verirler. Reşit Paşa, hemen Ali Galip Bey’e uzatır: “ışte kendisi geliyor; buyurun, tutuklayın!” der. Reşit Paşa, telde yazılı olan yola çıkış saatini görünce hemen kendi saatini çıkarır, bakar; sonra da: “Efendim, geliyor değil, gelmiş olacaktır,” diye ekler.

Bunun üzerine Ali Galip: “Ben tutuklarım dedimse, benim ilim içinde olursa tutuklarım, demek istedim.” deyince toplantıda bulunanları bir heyecan kaplar. Hep birden: “Haydi öyle ise karşılamaya gidelim.” diyerek toplantıya son verirler.

Ancak, kentin ileri gelenleri ile, halkla ve askerle parlak bir karşılama hazırlığı yapabilmek için biraz zaman kazanmak gerektiğini; oysa, hesapça benim, Sivas kenti kapılarına değin yaklaşmış olacağımı göz önünde bulundurarak beni, kentin yakınında bulunan Ziraat Numune Çiftliğinde biraz dinlendirmenin yolunu aramışlar. Vali Paşa, karargâhımın sağlık başkanı olup daha önce, gerekli örgütleri kurmak için Sivas’a göndermiş olduğum Talî Bey’i çağırtarak, bu görevin yapılmasını ondan rica etmiş ve karşılama hazırlıklarını bitirince hemen kendisinin de yanımıza geleceğini söylemiş.

Gerçekten, tam Nümune Çiftliği yakınında, karşımıza çıkan bir otomobilin içinde Talî Bey göründü. Otomobillerden indik, çiftliğin avlusunda oturduk, Talî Bey, anlattığım durumu ayrıntılarıyla açıkladıktan sonra, görevinin beni burada biraz oyalamak olduğunu söyleyince hemen ayağa kalktım: “Çabuk otomobillere ve Sivas’a!” dedim.

Bunun nedenini anlatayım. O anda aklıma gelen şu idi: Karşılama töreni yapacağız diye Talî Bey’i aldatmış olabilir ve gerçekte ters bir düzen yapmak için zaman kazanmak isteyebilirlerdi. Otomobillere binmek üzere iken Sivas yönünden başka bir otomobil yanımıza yaklaştı. ıçinde Vali Paşa vardı.

Reşit Paşa: “Efendim, birkaç dakika daha dinlenmez misiniz?” diye söze başladı. “Yarım dakika bile dinlenmeye gereksinmiyorum. Hemen gideceğiz ve sen benim yanıma gel.” dedim.

“Efendim” dedi, “sizin yanınıza Rauf Bey binsin; ben arkadaki otomobille de gelirim.”

“Hayır, hayır!” dedim, “siz buraya…”

Bu küçük önlemin neden alındığı kendiliğinden anlaşılır.

Sivas kentine vardığımızda, caddenin iki yanı büyük bir kalabalık ile dolmuş, askeri birlikler tören duruşu almış bulunuyordu. Otomobillerden indik… Yürüyerek askeri ve halkı selamladım.

Bu görünüş, Sıvas’ın saygıdeğer halkının ve Sivas’ta bulunan yiğit subay ve erlerimizin bana ne denli bağlı olduğunu ve sevgi beslediğini belirten canlı bir tanık idi.

Bundan sonra, doğruca Kolordu Komutanlığına gittim ve hemen Ali Galip’i ve onun yardakçısı olduklarını anladığım bozguncuları getirttim. Onlara ne yaptığımı açıklayarak, aslında epey yorgunluk verdiğinden kuşku duymadığım ayrıntıları uzatmak istemem.

Yalnız bir noktayı belirtmekle yetineceğim.

Baylar, bu Ali Galip, karşılaştığı kötü durumdan sonra gizli diyecekleri olduğunu söyleyerek, geceleyin yalnız olarak yanıma gelmek istedi. Kabul ettim. Davranışlarının dış yüzüne önem vermemekliğimizi rica ile, Elazığ valiliğini kabul ederek gelmekten amacının, benim görüşüme hizmet etmek olduğunu ve Sivas’ta kalışının, benimle buluşup buyruk almak için olduğunu açıklamaya ve bin türlü kanıtla bizi inandırmaya çalıştı ve bizi sabaha dek oyalayarak başarı da sağladığını saklamayıp söylemeliyim.

Devamı 5. Sayfada..

Etiketler: Nutuk, Nutuk 04. Bölüm, Nutuk Tam Metni, Nutuk ve Atatürk
 

KaRNeC

Yönetim Ekibi
Yönetici
Cvp: Nutuk (Söylev) 1919-1927 - Mustafa Kemal Atatürk

Milli Kongreler ve Gelişen Olaylar

Erzurum’a Gidiş

Sivas’ta kurulan örgütler ve yapılacak işler üzerine gerekenlere yönerge verdikten sonra hiç uyumadan geçen 27/28 gecesinin sabahında bir bayram günü, Sivas’tan Erzurum’a doğru yola çıkıldı.

Bir haftalık sıkıntılı bir otomobil yolculuğundan sonra 3 Temmuz 1919 günü, halkın ve askerin içten gelen gösterileri arasında, Erzurum’a varıldı. ıstanbul Hükümetinden gelebilecek yıkıcı bildirimleri denetlemek ve durdurmak için haberleşme kanalı olan önemli merkezlerde gereken önlem ve düzenleme alınması için bütün komutanlara, 5 Temmuz 1919 tarihinde buyruk verdim. (belge: 29)

Komutan, Vali ve Vilâyatı şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti Erzurum şubesi ile görüşüldü. Vali Münir Bey, ıstanbul Hükümetince görevinden çıkarılmıştı. Gitmeyip Erzurum’da kalmasını bildirmem üzerine daha Erzurum’da bulunuyordu. Bitlis valiliğinden ayrılıp ıstanbul’a gitmek üzere Erzurum’dan geçen Mazhar Müfit Bey de Münir Bey gibi Erzurum’da beni bekliyordu.

Ulusal Amaç Yolunda Ortaya Atılmak Kararı

Bu iki vali beyle, On Beşinci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ve yanında bulunan Rauf Bey, eski ızmit Mutasarrıfı Süreyya Bey ve karargâhımdan Kurmay Başkanı Kâzım Bey ve Kurmay Hüsrev Bey, Doktor Refik Bey arkadaşlarımla önemli bir görüşme yapmayı uygun gördüm. Kendilerine genel ve özel durumu ve tutulması zorunlu olan yolu anlattım.

Bu arada en elverişsiz durumları, genel ve kişisel tehlikeleri, her olasılığa göre nelerin göze alınması zorunlu olacağını açıkladım: “Ulusal amaçlarla ortaya atılacakların yok edilmesini düşünenler bugün yalnız Saray, ıstanbul Hükümeti ve yabancılardır. Ama bütün halkın aldatılabileceğini ve bize karşı duruma çevrileceğini de düşünmek gerektir. Önder olacakların her ne olursa olsun, amaçtan dönmemeleri, ülkede barınabilecekleri son noktada, son nefeslerini verinceye değin amaç uğrunda özveriyi sürdüreceklerine işin başında karar vermeleri gerekir. Yüreklerinde bu gücü duymayanların işe girişmemeleri çok daha iyi olur. Çünkü, böyle bir durumda hem kendilerini ve hem de ulusu aldatmış olurlar.

Bir de, söz konusu görev, resmi makam ve üniformaya sığınarak el altından yapılamaz. Böyle bir tutum, bir ölçüye değin yürüyebilir. Ama, artık o dönem geçmiştir. Açıkça ortaya çıkmak ve ulusun hakları adına yüksek sesle bağırmak ve bütün ulusun, bu sese katılmasını sağlamak gerektir.

Benim, görevden çıkarıldığım ve her türlü sonuçla karşı karşıya bulunduğum kuşku götürmez. Benimle açıkça işbirliği yapmak, o sonuçları şimdiden kabul etmektir. Bundan başka, söz konusu ettiğimiz durumun istediği adam, daha birçok bakımlardan da, ille ben olabilecekmişim gibi bir iddia yoktur. Yalnız, her halde bu ülke çocuklarından birinin ortaya atılması zorunlu olmuştur. Benden başka bir arkadaş da düşünülebilir. Yeter ki o arkadaş, bugünkü durumun gerektirdiği yolda yürümeyi kabul etsin.” dedim.

Bu konuşma ve açıklamadan sonra hemen bir karar almak uygun olmayacağından bir süre düşünmek ve özel konuşmalar yapabilmek için görüşmelere son verdiğimi bildirdim.

Yeniden toplandığımızda, işin başında benim bulunmamı istediler ve kendilerinin bana yardımcı ve destek olacaklarını bildirdiler. Yalnız bir arkadaş, Münir Bey, önemli özrü dolayısıyla bir süre için kendisinin eylemli (fiilen) görev almaktan bağışlanmasını rica etti. Ben, görünüşte görevden ve askerlikten ayrıldıktan sonra, şimdiye değin olduğu üzere, üst komutan imişim gibi buyruklarımın yerine getirilmesinin başarı için temel koşul olduğunu söyledim. Bu da eksiksiz onaylandıktan sonra toplantıya son verildi.

Baylar, ıstanbul’da Genelkurmay Başkanlığı katında, görevden ayrılan Cevat Paşa ile göreve başlayan Fevzi Paşa’dan ve Barış Hazırlıkları Komisyonunda (ıstihzaratı Sulhiye Komisyonu) çalışan ısmet Bey’den başlayarak, Erzurum’a gelinceye değin, her yerde gördüğüm ve karşılaştığım komutan, subay, her türlü devlet adamları ve ileri gelen kişilerle, burada, Erzurum’da yaptığım gibi görüşmeler ve anlaşmalar yapmıştım. Bunun yararını değerlendirebilirsiniz.

Erzurum Kongresi Hazırlıkları

Erzurum’a varışımın ilk günlerinde, Erzurum Kongresinin toplanmasını sağlamak için gerekli önlemleri almakla uğraşmaya önem verildi.

Baylar, Vilâyatı şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyetinin, 3 Mart 1919 günü, bir çalışma kurulu meydana getirilerek kurulmuş olan Erzurum şubesi, Trabzon ile de anlaşarak 1919 yılı Temmuzunun onuncu günü Erzurum’da bir Doğu ılleri Kongresi (Vilâyatı şarkiye Kongresi) toplamaya girişti. Benim, daha Amasya’da bulunduğum günlerde, Haziran içinde doğu illerine delege göndermeleri için öneri ve çağrı mektubu yolladı. ıllerden delege getirtilmesi için, o günden başlayarak benim Erzurum’a varışıma değin ve ondan sonra da, bu konuda olağanüstü çaba gösterdi.

Ama, o günlerin koşulları içinde böyle bir amacın gerçekleştirilmesindeki güçlüğün büyüklüğü, kolaylıkla anlaşılır. Kongrenin toplanma günü olan 10 Temmuz yaklaştığı halde illerden gerekli delegeler seçilip gönderilmiyordu.

Oysa, bu kongrenin toplanmasını sağlamak artık pek önemli bir iş olmuştu. Bundan dolayı, sağlam girişimler yapmamız gerekti.

ıllerin her birine bildirimler yapmakla birlikte, bir yandan da kapalı tellerle valilere, komutanlara gereği gibi bildirimler yapıldı. Sonunda, onüç gün gecikme ile yeterince delege toplanması başarıldı.

Baylar, ulusal çabayı ordunun desteklemesi, askeri ve ulusal çalışmaları birbiriyle düzenli duruma getirmek, önemli bir konu idi.

Trabzon’daki tümeni, komutan vekili yönetiyordu. Asıl komutanı Halit Bey Bayburt’ta gizlenmişti. Halit Bey’i gizlendiği yerden çıkarmak, iki bakımdan gerekli idi. Biri ve en önemlisi, Ìstanbul’a çağrılmanın ve bu çağrıya gitmemenin korkulacak, gizlenilecek nitelikte olmadığını halka ve özellikle askerlere gösterek içgücünü (kuvvei mâneviyeyi) yükseltmek gerekiyordu. Bir de, kıyıda önemli bir yer olan Trabzon’a dışarıdan bir saldırı olursa oradaki tümenin başında ateşli bir komutan bulundurmak uygun olacaktı.

Bunun için Halit Bey’ì Erzurum’a getirttim. Ona, kendim, özel bir yönerge verdikten sonra, gerektiğinde hemen tümenin başına geçmek üzere Maçka’da bulunması için buyruk verdirdim.

Biz bu işlerle uğraşırken, bir yandan da ıstanbul’da Harbiye Nazırlığı makamında bulunan Ferit Paşa’nın ve Padişahın, ıstanbul’a dönmemi sağlamak için sürüp giden aldatıcı tellerine de, türlü karşılıklar vermekle zaman yitirmek zorunda bulunuyorduk.

Resmi Görev ve Yetkileri Bırakarak Ulusun Sevgisine, Cömertliğine ve Yiğitliğine Güvenmek ve Böylece Göreve Devam Etmek Kararı

Harbiye Nazırlığı: “ıstanbul’a gel” diyordu. Padişah: “Önce hava değişimi al, Anadolu’da bir yerde otur; ama bir işe karışma.” diye başladı. Sonunda, ikisi birlikte: “ılle gelmelisin” dedi.

“Gelemem” dedim. En sonra, 8/9 Temmuz 1919 gecesi, Sarayla açılan bir telgraf başı konuşması sırasında, birdenbire perde kapandı ve 8 Hazirandan 8 Temmuza değin, bir aydır süren oyun sona erdi. ıstanbul, o dakikada benim resmi görevime son vermiş oldu; ben de o dakikada, 8/9 Temmuz 1919 gecesi saat 10.50 sonrada (22.50′den sonra) Harbiye Nazırlığına, saat 11.00 sonrada Padişaha görevimle birlikte askerlik mesleğinden çekildiğimi bildiren telleri çekmiş oldum.

Durumu, ordulara ve ulusa kendim bildirdim. O günden sonra resmi görev ve yetkiden ayrılmış olarak, yalnız ulusun sevgisine, şefkat ve cömertliğine güvenerek onun bitmez verim ve güç kaynağından (feyz ve kudret menbaından) esin ve kuvvet alarak vicdan görevimizi yapmaya devam ettik.

Biz 8/9 Temmuz gecesi ıstanbul ile telgraf başında konuşurken, bunu başka dinleyenlerin ve bununla ilgilenenlerin de bulunduğunu kestirmek güç değildir.

O günlerde ve ondan sonraki zamanlarda, en hafif deyimiyle bönlüklerini uyanıklık ve öngörüşlülük gibi göstermeye alışmış olanlar üzerine, bir bilgi vermiş olmak için, izin verirseniz, şu belgeyi olduğu gibi bilginize sunmak isterim:

140-140

Konya’dan

9 Temmuz 1919

Saat: 6

Üçüncü Ordu Müfettişliği Başyaverliğine

Telgraf ve Posta Genel Müdürü Refik Halit Bey ile Konya Valisi Cemal Bey, 6/7 Temmuz gecesi, telgrafla makine başında konuştular. Konuşmanın şu yolda geçtiğini öğrendim:

“Mustafa Kemal Paşa Hazretleri için gereken işlem yapıldı. ıstanbul’a getirilecek. Cemal Paşa Hazretleri için de işlem yapılmak üzeredir.”

Konya valisi de : “Teşekkür ederim.” dediler.

Paşa Hazretleri’ne uygun göreceğiniz biçimde bildirmenizi rica ederim.

ıkinci Ordu Müfettişliği

şifre Müdürü

Hasan

Mersinli Cemal Paşa’nın ıstanbul’a Gitmesi

Gerçekten, Konya’da bulunan ıkinci Ordu Müfettişi Cemal Paşa’nın on gün süre ile izinli olarak ıstanbul’a gittiğini dört gün önce öğrenmiş ve şaşmıştım.

Cemal Paşa ile, Samsun’a çıktığımdan beri, ulusal amaçları gerçekleştirmek için işbirliği yapma, askeri ve ulusal örgütler kurma konularında yazışmamız vardı. Kendisinden umut verici, olumlu yanıt almıştım. Benim ile bu yolda ilişki kurmuş olan bir komutanın, kendi kendine, izin alıp ıstanbul’a gitmesi akla sığacak iş değildi. Bunun için, 5 Temmuz 1919 günlü şifre ile Konya’da On ıkinci Kolordu Komutanı Albay Salâhattin (3. Kolordu Komutanı olarak ıstanbul’dan gelen Selâhattin Bey -Köseoğlu- başkadır.) Bey’e şu iki maddeyi yazdım:

1- Cemal Paşa’nın on gün için ıstanbul’a gidişinin gerçek nedenini açıkça ve tez elden bildirmenizi;

2- Sizin, her ne olursa olsun, oradaki birliklerin başından ayrılmanız uygun değildir. Bu konuda Fuat Paşa ile haberleşerek olabilecek en kötü olasılığa karşı önlemler almanız gereklidir. Her gün, durumunuz üzerine kısa bilgi vermenizi rica ederim.

Bu şifrenin örneğini o gün Ankara’da Fuat Paşa’ya da bildirdim.

Salâhattin Bey’in Konya’dan 6/7 Temmuz günü, yani Refik Halit Bey’in Konya Valisi Cemal Bey’le telgraf başında konuştuğu sırada, karşılık olarak çektiği şifrede: “Cemal Paşa ıstanbul’da kimi kişilerle ve ailesiyle görüşmek üzere on gün süre ile ve kendi isteğiyle izinli olarak ıstanbul’a gitmiştir.” denilmekte idi. (belge: 30, 31, 32, 33)

Cemal Paşa gitti; ama gelemedi. Kendisini çok zaman sonra Ali Rıza Paşa kabinesinde Harbiye Nazırı göreceğiz.

Komutayı Bırakmamak Uğruna

Ne yazık ki, bu durumun tanığı olan ve kendisine birliklerin başından ayrılmaması salık verilen Salâhattin Bey’in de bir süre sonra ıstanbul’a gittiğini öğrendik. Cemal Paşa’nın gösterdiği bu kötü örnek üzerine 7 Temmuz 1919 günü şu genel bildirimi yaptım:

1- Bağımsızlığımızı koruma uğrunda derlenip örgütlenmiş olan ulusal kuvvetlere hiçbir yönden karışılamaz ve dokunulamaz. Devletin ve ulusun alın yazısında, ulusal irade etmen ve egemendir. Ordu, bu ulusal iradeye bağlı ve onun hizmetindedir.

2- Müfettiş ve komutanlar, herhangi bir nedenle, komutanlıktan çıkarıldıklarında, yerlerini alacak kişiler, işbirliği yapılacak nitelikte olursa, komutayı bırakacaklar; ama etkili bulundukları bölgede kalarak ulusal görevlerini yapmaya devam edeceklerdir. Olmazsa, yani bir ikinci ızmir olayına meydan verebilecek kimseler atanırsa, komuta kesinlikle bırakılmayacak ve bütün müfettiş ve komutanlarca, güven ve inanın kalmadığı ileri sürülerek yapılan işlem geri çevrilip kabul edilmeyecektir.

3- Ülkemizi kolaylıkla ele geçirmek amacıyla, ıtilaf Devletlerince yapılan baskı sonunda, hükümet herhangi bir askeri birliğimizi ve ulusal ve askeri örgütümüzü dağıtmak için buyruk verirse, kabul edilmeyecek ve uygulanmayacaktır.

4- ıstek ve amacı ulusal bağımsızlığı sağlamak olan Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi ılhak cemiyetleri ile bunların girişimlerinin bozulup dağılmasına yol açacak herhangi bir etkiyi ve karışmayı ordu, kesin olarak önleyecektir.

5- Devletin ve ulusun bağımsızlığını sağlama uğrunda bütün sivil devlet görevlileri, Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi ılhak Cemiyetlerinin, ordu gibi yasal yardımcılardır.

6- Yurdun herhangi bir bölgesine saldıran olursa bütün ulus, haklarını savunmaya hazır bulunduğundan, bu gibi olaylar çıkınca işbirliği için her yer birbirine en kısa zamanda haber vererek savunmada birlik sağlanacaktır.

Bu bildirim, Anadolu ve Rumeli’de bulunan bütün ordu ve kolordu komutanlarına ve başka gerekenlere gönderilmiştir.

Refet Bey’in Üçüncü Kolordu Komutanlığını Bırakması

Bu genel bildirimden beş altı gün sonra, Kavak’tan “Üçüncü Kolordu Komutanı Refet” imzalı, 13 Temmuz 1919′da yazılmış bir şifre aldım. Tel şudur:

“ıstanbul’dan bir ıngiliz gemisiyle, Harbiye Dairesi Başkanı Albay Salâhattin Bey, beni değiştirmek üzere geldi. Benim de o gemi ile dönmemi Harbiye Nazırlığı emrediyor. Salâhattin Bey, amaca uygun olarak çalışacak. Genel duruma göre komutayı adı geçene bırakmayı uygun buldum ve Harbiye Nazırlığına görevden çekildiğimi bildirdim. Ayrıca geniş bilgi veririm. Sivas’a doğru yola çıkıyorum. Beşinci Tümen Komutanı Arif Bey aracılığı ile Amasya’ya yanıt veriniz.”

Baylar, açıkça söylemeliyim ki, bu tutum ve davranışı pek beğenmedim. Refet Bey’in benimle olan işbirliği, ıstanbul’ca biliniyor. Bu çalışmalardan yana olan bir kişi, onu değiştirmeye ve hem de ıngiliz gemisiyle gelince, hemen düşünülmesi doğal olan şey, bu kişinin ıngiliz görüşüne uygun iş görebileceğine güvenilmiş olmasıdır. Bu yargı, bir sanı niteliğinde olsa bile, Refet Bey’in komutayı vermekte ivedi davranmaması, hiç olmazsa bizim de düşüncemizi sorması gerekirdi.

ınanıp komutayı verdiğine göre de, hiç olmazsa bir süre yanından ayrılmayıp durumu ve görüşlerimizi iyice benimsetinceye dek birlikte çalışması ve kendisi ile aramızda gerekli bağlantıyı kurduktan sonra uzaklaşması doğru olurdu, düşüncesinde bulundum. Bununla birlikte, olupbitti karşısında bırakılmış olduğuma göre, iki noktada teselli aramakla yetinmek zorunda kaldım. Birincisi, Refet Bey’in telindeki: “Salâhattin Bey amaca uygun olarak çalışacak.” cümlesi; öteki de, Refet Bey’in hiç olmazsa ıstanbul’a gitmemiş olması idi.

Bu durum üzerine: “Komutanların ıstanbul’a gitmek konusunda en küçük bir yanılmalarının pek pahalıya mal olacağını, gene de programımızı olduğu gibi uygulamaya devam edeceğimizi” bütün komutanlara bildirerek hemen dikkatlerini çektim. Refet Bey’e de o gün (14 Temmuz 1919): “Salâhattin Bey’in kararlarımızı iyi uygulayacağı, buradaki arkadaşlar arasında pek çok duygulandırıcı ve güçlendirici olmuştur” cümlesini de içine alan bir şifre çektirdim.

Salâhattin Bey’in kendisine de olduğu gibi şu teli çektirdim:

14 Temmuz 1919

Amasya’da Beşinci Tümen Komutanlığına

Devamı 6. Sayfada..

Etiketler: Nutuk, Nutuk 05. Bölüm, Nutuk Tam Metni, Nutuk ve Atatürk
 

KaRNeC

Yönetim Ekibi
Yönetici
Cvp: Nutuk (Söylev) 1919-1927 - Mustafa Kemal Atatürk

Refet Bey’edir: Aşağıdaki teli uygun görürseniz Salâhattin Bey’e ulaştırınız ve sonucunu bildiriniz.

Mustafa Kemal

Salâhattin Beyefendi’ye: ıstanbul’un kapalı çevresinden, ulusun kutlu kucağına gelmeniz ve özverili arkadaşlarınızın dayanç (azim) ve yurtseverlik çevresine girmeniz büyük bir sevinçle karşılandı. Kutsal amacımızın gerçekleştirilmesi uğrunda gösterilecek ortak çabada Tanrı hepimizi başarılı kılacaktır. Gözlerinizden öperim. (Mustafa Kemal)

Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı Albay

Kâzım

Salâhattin Bey üzerinde ilk kuşkuyu gene, Salâhattin Bey’in “amaca uygun çalışacağını” söyleyerek ona güvenen ve hemen komutayı bırakıp Sivas’a doğru uzaklaşan Refet Bey göstermiş oldu.

Refet Bey’in Amasya’dan çektiği bir tel, yalnız Salâhattin Bey üzerindeki kuşkuyu değil, daha birkaç nokta ile ilgili düşünceleri de kapsıyordu. ızin verirseniz olduğu gibi bilginize sunayım.

ıvedidir. Amasya’dan

Güvenlikle ilgilidir 15.7.1919

719

Erzurum’da On Beşinci Kolordu Komutanlığına

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Salâhattin Bey’i tanırsınız. Birdenbire ürkmemesi gereklidir. Önce Kâzım Paşa, kutlama dolayısıyla, yumuşak sözler kullanarak kendisiyle yazışmaya girişmelidir. Hamit Bey’in görevden çıkarılması konusunda daha bir şey yok. Ama yerinde bırakılması için girişimler yapıldı. Görevden çıkarılırsa buralarda kalacağını pek ummuyorum. Bununla birlikte, gene etki yapıyorum. Benim dönmem için ıngilizlerin hükümete baskı yapacakları kuşku götürmez. Ben, duruma göre, gereken yollara başvurarak buralarda kalacağım. ıngilizlerden ve buradan geçen Amerikalıdan anladığıma göre, Kâzım Paşa’nın durumu da tehlikelidir. Her zaman ölçülü davranılmasını ve durumun iyi yönetilmesini yeniden salık veririm. (Refet)

5. Tümen Komutanı

Arif

Bu telde adı geçen Hamit Bey, Samsun mutasarrıfı idi. Hamit Bey, Samsun’a varışımızın ilk günlerinde Refet Bey’in, geçmişteki dostluğu dolayısıyla, ortak amaç yolunda sonuna dek bizimle birlikte özveri ile çalışacak nitelikte bir arkadaş olduğuna güvendiği için bana salık verdiği ve benim Sadrazamlığa ve özel olarak, Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa’ya yazmam üzerine Samsun’a getirebildiğimiz kişi idi.

Böyle bir kişinin er geç görevden çıkarılacağı kuşku götürür müydü? Ama, Refet Bey: “Yerinde bırakılması için girişimler yapıldı.” diyor. Nereye? Kimlerin katına? Kim başvurdu? Sonra: “Görevden çıkarılırsa buralarda kalacağını pek ummuyorum, bununla birlikte gene de etki yapıyorum.” diyor. Nereye, ıstanbul’a mı gidecek, nasıl? Bu kişi bugüne değin bizimle çalışmıyor muydu?

Bu telinde Refet Bey, kendisinin dönmesi için ıngilizlerin hükümete baskı yapacaklarını kesin görüyor ve duruma göre gereken yollara başvurarak buralarda kalacağını söylüyor. Oysa durum belliydi ve yapılacak işi ben kendisine 7 Temmuz 1919 günlü genel yönergemde bildirmiştim (adı geçen yönergenin ikinci maddesi). Ondan başka yapılacak iş yoktu.

Refet Bey, ıngilizlerden ve buradan geçen Amerikalılardan anlamış ki: “Kazım Paşa’nın da durumu tehlikelidir.” Bu ne demektir? En çok sıkı durmaları gereken arkadaşların, iyilik düşünmeyecekleri besbelli olan kimselerin sözleri üzerine tehlike kuruntusuna kapılmaları ve bunu inançla söylemeleri neyi gösterir?

Refet Bey, telinin sonunda, bana da ders, veriyor: “Her zaman ölçülü davranılmasını ve işlerin iyi yönetilmesini yeniden salık veririm.” diyor.

Buradaki “ölçülü davranılması” sözünden, ne anlam çıkabileceğinin yorumlanmasını anlayışlı kişilere bırakırım.

Bana iyi yönetimi salık veren kişi, bu öğütlemeyi, benim verdiğim buyruk ve yönergeyi iyi uygulayıp görevi başından ayrılmadan önce yapmış olsaydı daha içten davranmış olurdu, sanırım.

Erzurumluların Yardımları

Baylar, ben askerlikten çekilince, bütün Erzurum halkının ve Vilâyatı şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyetinin Erzurum şubesinin bana karşı pek açık olarak gösterdikleri güven ve yakınlığın bende bıraktığı unutulmaz izlenimleri burada açıkça anmayı bir ödev sayarım.

Derneğin Erzurum şubesinden aldığım 10 Temmuz 1919 günlü yazıda: “Derneğin başına geçmemi ve Çalışma Kurulu Başkanlığını kabul etmemi” öneriyorlar ve birlikte çalışmak üzere ayırdıkları beş kişinin adlarını bildiriyorlardı.

Bu beş kişi: Raif Efendi, Emekli Binbaşı Süleyman Bey, Emekli Binbaşı Kâzım Bey, Albayrak Gazetesi Müdürü Necati Bey, Dursunbeyoğlu Cevat Bey idi. Söz konusu ettiğim yazıda, Rauf Bey’in de Çalışma Kurulu (Heyeti Faale) ıkinci Başkanlığına seçildiği bildiriliyordu. (belge: 36)

O günlerde, Erzurum şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Raif Efendi ve üyeler Hacı Hafız Efendi, Süleyman Bey, Maksut Bey, Mesut Bey, Necati Bey, Ahmet Bey, Kâzım Bey ve yazman Cevat Bey idi.

Erzurum şubesi, ıstanbul’daki Genel Merkez Başkanlığına ulaştırmaya çalıştıkları bir telle: “Genel Merkez adına söz söyleme yetkisinin bana verildiğinin telle bildirilmesini” de rica ettiler. (belge: 37)

Bundan başka, bizim Erzurum Kongresine girmemizi kolaylaştırmak için, Kongreye Erzurum delegesi olarak seçilmiş olan Emekli Binbaşı Kâzım ve Dursunbeyoğlu Cevat beyler delegelikten çekildiler.

Erzurum Kongresi

Baylar, bildiğiniz gibi, Erzurum Kongresi 1919 yılı Temmuzunun 23′üncü günü, pek gösterişsiz bir okul salonunda açıldı. ılk günü, beni başkanlığa seçtiler. Kongre üyelerini durum ve bir ölçüde, düşünülenler üzerinde aydınlatmak için yaptığım konuşmada:

Tarih ve olayların sürükleyişiyle, gerçekten içine düştüğümüz kanlı ve kara tehlikeleri görmeyecek ve bundan coşmayacak hiçbir yurtseverin düşünülemeyeceğini belirttim. Ateşkes Anlaşması hükümlerine aykırı olarak yapılan saldırılardan ve işgalden söz açtım.

Tarihin, bir ulusun varlığını ve hakkını hiçbir zaman tanımazlıktan gelemeyeceğini, bunun için de yurdumuzu, ulusumuzu kötüleyici yargıların yüzde yüz değerden düşeceğini söyledim.

Yurt ve ulusun kutsal varlıklarını kurtarma ve koruma konusunda son sözü söyleyecek ve bunun gereğini yaptıracak gücün, bütün yurda bir elektrik ağı gibi yayılmış olan ulusal akımdan doğan yiğitlik ruhu olduğunu söyledim.

ıçgücünün artırılmasına yaramak üzere de bütün zulüm görmüş ulusların, ulusal amaçlarına ulaşmak için o günlerdeki çalışmaları üzerine, elde edilen birtakım bilgileri özetledim.

Ve ulusun kaderinde sözünü yürütecek bir ulusal iradenin ancak Anadolu’dan doğabileceğini belirttim ve ulusal iradeye dayanan bir ulusal kurul meydana getirmesini ve gücünü ulusal iradeden alacak bir hükümetin kurulmasını ilk çalışma ereği olarak gösterdim. (belge: 38)

Erzurum Kongresinin Bildirisi ve Kararları

Baylar, Erzurum Kongresi 14 gün sürdü. Çalışmasının sonucu, düzenlediği tüzük ve bu tüzüğün içindekileri herkese duyuran bildiridir.

Bu tüzük ve bildiri, o zamanın ve çevrenin gerektirdiği ikinci derecede düşünceler çıkarılarak incelenecek olursa birtakım köklü ve geniş kapsamlı ilkeler ve kararları ortaya koyabiliriz.

ızin verirseniz bu ilkeleri ve kararları, benim daha o zaman nasıl anladığımı açıklayayım:

1- Ulusal sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz (Bildiri, madde 6; Tüzük, madde 3′ün ayrıntıları; Tüzük ve Bildirinin 1′inci maddeleri okunup incelensin).

2- Ne türlü olursa olsun, yabancıların topraklarımıza girmesine ve işlerimize karışmasına karşı ve Osmanlı Hükümetinin dağılması durumunda ulus, birlikte direnecek ve savunacaktır (Tüzük, madde 2 ve 3; Bildiri, madde 3).

3- Yurdun ve bağımsızlığın korunmasına ve güvenliğinin sağlanmasına ıstanbul Hükümetinin gücü yetmezse, amacı gerçekleştirmek için, geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri ulusal kongrece seçileceklerdir. Kongre toplanmamışsa bu seçimi Heyeti Temsiliye (Temsilciler Kurulu) yapacaktır (Tüzük, madde 4; Bildiri, madde 4).

4- Kuvayi Milliye’yi (Ulusal Kuvvetler) etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak temel ilkedir (Bildiri, madde 3).

5- Hıristiyan azınlıklara siyasal üstünlük ve toplumsal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez (Bildiri, madde 4).

6- Yabancı devletlerin güdümü ve koruyuculuğu kabul olunamaz (Bildiri, madde 7).

7- Millet Meclisinin hemen toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktır (Bildiri, madde 8).

Bu ilke ve kararlar, türlü türlü yorumlanmışsa da, temel nitelikleri hiç değiştirilmeksizin uygulanabilmiştir.

Baylar, biz Kongrede özetlediğim bu kararları ve bu ilkeleri saptamaya çalışırken, Sadrazam Ferit Paşa da ajanslarla birtakım demeçler yayımlıyordu. Bu demeçlere “Sadrazamın ulusu curnal etmesi” dense yeridir. 23 Temmuz 1919 günlü ajansla, dünyaya şunu duyuruyordu: “Anadolu’da karışıklık çıktı. Anayasaya aykırı olarak Millet Meclisi adı altında toplantılar yapılıyor. Bu işlerin sivil ve askeri görevlilerce yasak edilmesi gerekir.”

Buna karşı gereken önlem alındı ve Meclisi Mebusan’ın toplantıya çağırılması istendi. (belge: 39)

Ağustosun yedinci günü kongre toplantısını kapatırken, kongre üyelerine:

“Önemli kararlar alındığını ve bütün dünyaya ulusumuzun varlık ve birliğinin gösterildiğini” söyledim ve:

“Tarih, bu Kongremizi çok az görülebilen büyük bir eser olarak yazacaktır.” dedim. (belge: 40)

Sözlerimin yersiz olmadığını zaman ve olayların tanıtladığı kanısındayım, baylar.

Erzurum Kongresi, tüzük gereğince, bir Heyeti Temsiliye seçmişti.

Cemiyetler Kanunu’na uyularak verilmesi gereken dilekçe yerine Erzurum Valiliği katına sunulan 24 Ağustos 1919 günlü bildiride, Heyeti Temsiliye üyelerinin adları ve kimlikleri şöylece gösterilmişti:

Mustafa Kemal Eski Üçüncü Ordu Müfettişi, askerlikten çekilmiş

Rauf Bey Eski Bahriye Nazırı (Donanma Bakanı)

Raif Efendi Eski Erzurum Milletvekili

ızzet Bey Eski Trabzon Milletvekili

Servet Bey Eski Trabzon Milletvekili

şeyh Fevzi Efendi Erzincan’da Nakşî şeyhi

Bekir Sami Bey Eski Beyrut Valisi

Sadullah Efendi Eski Bitlis Milletvekili

Hacı Musa Bey Mutki Aşiret Başkanı.

(belge: 41)

Baylar, yeri gelmişken şunu bilginize sunayım ki, bu kişiler hiçbir zaman bir araya gelip birlikte çalışmış değildir. Bunlardan ızzet, Servet ve Hacı Musa beyler ve Sadullah Efendi hiç gelmemişlerdir. Raif ve şeyh Fevzi efendiler, Sivas Kongresine katılmışlar ve ondan sonra biri Erzurum’a, öteki Erzincan’a dönerek bir daha aramıza katılmamışlardır. Rauf Bey ve Sivas Kongresinde aramıza katılan Bekir Sami Bey, ıstanbul’daki Meclisi Mebusan’a gidinceye dek, bizimle birlikte bulunmuşlardır.

Erzurum Kongresinde Görülen Duraksamalar

Baylar, söz arasında küçük bir noktaya da dokunmak isterim. Benim, bu Erzurum Kongresine üye olarak girip girmemekliğim düşünülmeğe değer görüldüğü gibi, Kongreye katıldıktan sonra da başkan olup olmamaklığım üzerinde duraksayanlar bulunmuştur. Bu duraksayanlardan kimilerinin düşüncelerini iyi niyetlerine ve içtenliklerine yormakla birlikte, başka birtakım kimselerin bu konuda içtenlikten büsbütün uzak olduklarına, tersine kötülük amacı güttüklerine daha o zaman kuşkum kalmamıştı. Örneğin düşman casusu olup her nasılsa Trabzon ili içinde bir yerden kendini Kongreye delege göstertip gelen Ömer Fevzi Bey ve bunun arkadaşları gibi. Bu kişinin hainliği, sonradan Trabzon’daki ve oradan kaçtıktan sonra ıstanbul’daki işleri ve davranışlarıyla kesin olarak anlaşılmıştır.

Kongrenin bitiminden iki üç gün önce başka bir tartışma da söz konusu olmaya başlamıştı. Bazı yakın arkadaşlarım, benim Heyeti Temsiliye’ye girip açık olarak çalışmamı sakıncalı görüyorlardı. Düşünceleri şu noktalarda özetlenebilir: “Ulusal girişim ve çalışmaların bütün anlamıyla ulustan doğduğunu, gerçekten ulusal olduğunu göstermek gerekir. Böyle olursa, girişimler daha güçlenir ve kimsenin kötü yorumuna ve özellikle yabancıların olumsuz düşüncelerine yer kalmaz. Ama, tanınmış ve hele ıstanbul Hükümetine ve halifelik ve padişahlığa karşı başkaldıran biri durumuna düşmüş; saldırı noktası olan benim gibi bir adamın, bütün bu ulusal girişimlerin başında bulunduğu görülürse, çalışmaların ulusal amaçlar yolunda olmaktan çok özel istekleri gerçekleştirmek için olduğu kanısına yol açabilir. Bunun için, Heyeti Temsiliye üyeleri, illerle bağımsız sancakların seçeceği kişiler olmalıdır. Ancak böylelikle, ulusal bir güç gösterilebilir.”

Bu düşüncelerin ne derece yerinde olup olmadığını araştıracak değilim. Yalnız benim de, bu düşüncelere karşı olan düşüncelerimin dayanak noktalarından bazılarını sayayım: Her şeyden önce ben, ne olursa olsun, Kongreye katılmalı ve onu yönetmeliydim. Çünkü, zaman geçirmeksizin ulusal iradenin işler duruma getirilmesini ve ulusun kendi başına silahlı ve eylemli olarak önlemler almaya başlamasını sağlamak zorunluğuna inanıyordum. Bu temel ilkeleri benimsetip karara bağlatabilmek için, Kongrede çalışmayı ve yönetici olarak üyeleri aydınlatmayı çok gerekli görüyordum. Nitekim öyle oldu. Erzurum Kongresinin, daha önce açıkladığım ilke ve kararlarını herhangi bir temsilciler kurulunun uygulatabileceğine benim güvenim olmadığını açıkça söylemeliydim. Nitekim zaman ve olaylar beni doğrulamıştır. Bundan başka, daha Amasya’da iken karar verdiğim ve bütün ulusa her türlü araçlarla duyurttuğum Sivas Genel Kongresi’nin toplanmasını sağlamak; bütün ulusu ve yurdu tek bir kurulla temsil etmek; sonra, yalnız doğu illerini değil, yurdun bütün parçalarını aynı dikkat ve duyarlıkla savunma ve kurtarma çarelerini bulmaya çalışmak gibi işleri, herhangi bir kurulun başarabileceği kanısında olmadığımı açıkça söylemek zorundaydım. Çünkü, bende böyle bir kanı bulunsaydı, işe giriştiğim güne dek, bu konuda girişim yapan ve uğraşanların çalışma sonuçlarını bekleyerek görevimden çekilmemek yolunu tutardım. Hükümete, Padişah ve Halifeye karşı başkaldırmayı gerekli görmezdim. Tersine, ben de bazı iki yüzlü ve iki yanlılar gibi dış görünüşü pek parlak ve gösterişli olan, o günün ordu müfettişliğini ve Padişah Hazretlerinin yaverliği sanını elden bırakmazdım. Gerçi benim açıkça ortaya atılmamda ve bütün ulusal ve askeri hareketlerin başına geçmemde kuşkusuz, sakınca vardı. Ama o sakınca, başarısızlığa uğradığımda herkesten önce ve herkesten çok benim en büyük cezaya çarptırılmamdan başka bir şey olabilir miydi? Oysa, bütün yurdun ve koskoca bir ulusun ölüm kalımı söz konusu olurken “yurtseverim” diyenlerin kendi sonlarını düşünmelerine yer var mıdır?


Devamı 7. Sayfada..
Etiketler: Nutuk, Nutuk 06. Bölüm, Nutuk Tam Metni, Nutuk ve Atatürk
 

KaRNeC

Yönetim Ekibi
Yönetici
Cvp: Nutuk (Söylev) 1919-1927 - Mustafa Kemal Atatürk

Baylar, ben, kimi arkadaşlarca ileri sürülen düşünce ve kuruntulara uysaydım, iki bakımdan büyük sakıncalar doğacaktı. Birincisi, düşüncelerimde, kararlarımda ve bütün kişiliğimde yersizlik ve yetersizlik olduğunu açığa vurmak, ki bu davranış, benim vicdan buyruğu ile üzerime aldığım görev bakımından düzeltilemeyecek bir yanlış olurdu.

Baylar, tarih, söz götürmez bir biçimde ortaya koymuştur ki, büyük işlerde başarı için yeteneği ve gücü sarsılmaz bir başkanın varlığı çok gereklidir. Bütün devlet büyüklerinin umutsuzluk ve güçsüzlük içinde, bütün ulusun başsız olarak karanlıklar içinde kaldığı bir sırada, “yurtseverim” diyen bin bir çeşit kişinin, bin bir türlü davranış ve inanç gösterdiği kargaşalı bir zamanda danışmalarla, birçok saygın ve erkli kişilerin sözlerine uyma zorunluğuna inanmakla; sağlam, esaslı ve özellikle sert yürünebilir mi ve en sonunda ulaşılması çok güç olan hedefe varılabilir mi? Tarihte buna ulaşmış bir topluluk gösterilebilir mi? ıkincisi, baylar, ulus, ülke, siyasa ve ordu yöneticiliğinde hiç bulunmamış ve bu alanda değeri belirmemiş ve denenmemiş gelişigüzel kişilerden, örneğin, Erzincan’lı bir Nakşî şeyhi ve Mutki’li bir aşiret başkanı gibi zavallılardan da kurulabilecek herhangi bir temsilciler kuruluna, söz konusu durum ve görev bırakılabilir miydi? Bırakıldığında “yurdu ve ulusu kurtaracağız” dediğimiz zaman, ulusu ve kendimizi aldatmış olmak gibi kötü bir yanılgıya düşmeyecek miydik? Bu nitelikte bir kurula, perde arkasından yardım edilebileceği düşünülürse bile bu yöntem, güvenilir sayılabilir miydi?

Bu söylediklerimin, o günlerde değilse bile, artık bugün bütün dünyaca ret edilemeyecek gerçeklerden olduğuna hiç kuşkum yoktur. Bununla birlikte, ben bu söylediklerimi o günlerden kalma bazı anılar ve belgelerle burada doğrulamayı, gelecek kuşakların siyasal ve toplumsal eğitimi bakımından ödev sayarım.

Bu dakikaya kadar olduğu gibi, buradan sonra da sözünü edeceğim olaylar dolayısıyla, bu yön kendiliğinden aydınlanmaya başlayacaktır.

Baylar, Erzurum Kongresinin bitiminde, Ferit Paşa’dan sonra Harbiye Nazırlığına yeni geldiği anlaşılan bir Nâzım Paşa imzasıyla, On Beşinci Kolordu Komutanlığına 30 Temmuz 1919 günlü şöyle bir buyruk geldi:

“Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in Hükümet kararlarına karşı gelmelerinden ötürü hemen yakalanarak ıstanbul’a gönderilmeleri Babıâlice uygun görülüp ilgili görevlilere gerekli buyruklar verildiğinden, kolorduca önemle yardım edilmesi ve sonucundan bilgi verilmesi rica olunur.”

Bu buyruğa, Kolordu Komutanlığınca gereği gibi yanıt verildi. Bu yanıtı, öteki komutanlara da, olduğu gibi gönderterek dikkatlerini çektirdim.

Kongre bildirisi, yurt içinde her yere ve yabancı devlet temsilcilerine türlü yollarla bildirildi. Tüzük de komutanlara ve başka güvenilir makamlara şifre ile bölüm bölüm verilerek bulundukları yerlerde basılıp, çoğaltılmasının ve yayımının sağlanmasına çalışıldı. Bu iş, doğal olarak günlerce sürdü. Bununla ilgili olarak Sivas’ta Üçüncü Kolordu Komutanı Salâhattin Bey’den aldığım, 22 Ağustos 1919 günlü bir telde: “Tüzüğün ikinci ve dördüncü maddelerinin yayımını sakıncalı bulduğu, bir kez daha incelenmesi gereği” bildiriliyordu. (belge: 42)

ıkinci madde; Birlik olarak savunma ve direnme ilkesinin kabul edildiğine;

Dördüncü madde; Geçici yönetim kurulabileceğine ilişkin maddelerdir.

Karakol Cemiyeti

Biz, Erzurum’da kongre kararlarının her yerde anlaşılmasını ve birlikte uygulanmasını sağlamaya çalışırken “Karakol Cemiyetinin Teşkilâtı Umumiye Nizamnamesi (Karakol Derneğinin Genel Kuruluş Tüzüğü)” ve “Karakol Cemiyeti Vezaifi Umumiye Talimatnamesi (Karakol Derneğinin Genel Görev Yönetmeliği)” diye basılı birtakım kâğıtların bütün orduya, komutan, subay, herkese dağıtıldığı bildirildi.

Bu yönetmeliği okuyan bana en yakın komutanlar bile, bu işi benim yaptığımı sanarak iyiden iyiye kuşku ve duraksamalara düşmüşler. Benim, bir yandan kongrelerle açık olarak ulusal ortak çalışmalar yaparken, bir yandan da gizemli ve korkunç bir komite kurmakla uğraştığım sanısına kapılmışlar. Gerçi, bu işleri ve girişimleri yapanlar ıstanbul’da bulunuyorlarmış; ama, her şeyi benim adıma ve hesabıma yapmakta imişler.

Karakol Cemiyetinin genel örgüt tüzüğüne göre, genel merkez üyeleri ve sayıları, toplanma yerleri ve nasıl toplandıkları, nasıl seçilip görevlendirildikleri kesin olarak gizli ve saklı tutulur. Bir de, en ufak bir gizi açığa vuran ya da Karakol Cemiyetine tehlike getiren, dahası, tehlike getirici bir kuşku uyandıran, hemen idam olunur.

Genel Görevler Yönetmeliğinde de, “bir ulusal ordu”dan söz ediliyor ve: “Bu ordunun başkomutanı ve genelkurmay başkanı, ordu, kolordu ve tümen komutanları ve kurmayları seçilmiş ve atanmış olup gizli ve saklı tutulur, Bunlar, görevlerini gizli olarak yaparlar.” deniliyor.

Baylar, hemen komutanları uyardım; bu tüzük ve yönetmelik hükümlerini kesinlikle uygulamamaları gerektiğini ve bu girişimin kaynağını araştırmakta olduğumu bildirdim.

Sivas’a varışımdan sonra, oraya gelen Kara Vâsıf Bey’den anladım ki, bu işi yapan kendisi ve bazı arkadaşları imiş.

Kesinlikle böyle bir davranış doğru değildi. Herkesi idamla korkutarak, bilinmeyen bir merkezin, bilinmeyen bir başkomutanın, bilinmeyen birtakım komutanların buyruklarına uymaya zorlamak çok tehlikeli idi. Gerçekten, orduda görevli herkeste hemen birbirlerine karşı güvensizlik ve bir korku başladı. Örneğin, herhangi bir kolordu komutanının: “Benim komutam altındaki kolordunun acaba saklı ve gizli komutanı kimdir? Bu gizli komutan acaba ne zaman ve nasıl komutanlığı ele alacak ve acaba bana karşı nasıl davranacak?” gibi haklı birtakım kuruntulara kapılması beklenilmez değildi.

Sivas’ta Kara Vâsıf Bey’e, gizli merkezin, gizli başkomutanın ve gizli genelkurmay başkanının kimler olduğunu sorduğum zaman: “Hepsi siz ve arkadaşlarınızdır” yanıtını vermişti. Bu, beni büsbütün şaşırtmıştı. Bu karşılık, elbette akla ve mantığa uygun olamazdı. Çünkü, hiç kimse bana böyle bir düzen ve kuruluştan söz açmış ve benden bu iş için izin almış değildi

Bu derneğin daha sonra, özellikle ıstanbul’da, bu ad altında çalışmasını sürdürmeye çabaladığı anlaşıldığına göre, iyi niyetle kurulduğu ve sıkışınca bize vermek zorunda kaldıkları bilgilerin doğruluğu ileri sürülemez.

Bir ış Göremeden Avrupa’dan Dönen Ferit Paşa’ya Çektiğim şifre

ıstanbul Hükümetini ulusal girişimleri önlemekten caydırmak, başarıyı çabuklaştırmaya ve kolaylaştırmaya yarayacağı için önemliydi. Bu düşünceyle, Ferit Paşa’nın elbette hiçbir başarı sağlamadan hemen hemen onuru kırılmış bir durumda, ıstanbul’a dönüşünden yararlanarak, kendisine 16 Ağustos 1919 günü bir şifre tel yazdım. Bu telde başlıca şu cümleler vardı:

Bay Klemanso (Clémenceau)’nun yüksek kişiliğinize (zâtı fehametpenahilerine) olan ayrıntılı karşılık yazılarını son günlerde okuyunca, ıstanbul’a nasıl acı ve üzüntü içinde döndüğünüzü çok iyi anlıyorum ………

bölüşmek ve devletimizi ortadan kaldırmak düşüncesini bu denli açık ve onur kırıcı olarak gösteren bir anlatış karşısında titremeyecek duygulu bir kişi düşünemem. Tanrı’ya binlerce şükürler olsun ki, ulusumuz, ruhundaki dayanç ve yiğitlikle tarih boyunca sürüp gelen hayat ve varlığını ne alınyazısına bırakacak, ne de böyle cellatça yargılara kurban edecektir.

şimdi iyice inanıyorum ki, yüksek kişiliğiniz de bugünkü genel durumu ve devlet ve ulusun gerçek yararlarını üç ay önceki gözlerle görmüyordur.

Dokuz aydan beri iş başına gelen hükümetlerin, hep birbirinden daha çok güçsüzlüğe uğraması ve sonunda ne yazık ki, artık iş görmez bir kerteye düşmesi ulusun yüksek onuru karşısında gerçekten pek üzücü oluyor. Doğrusu şu ki, yurdun ve ulusun yazgısı için içeride ve dışarıda sözü dinlenir ve geçer olmak kuşkusuz ulusal iradeye dayanmayı gerektirir.

Yaşama hakkı ve bağımsızlığı için çalışan ulusun amacındaki temizlik ve içtenliğe karşı ıstanbul Hükümeti düşmanca davranma yolu tutuyor. Böyle bir davranış, elbette büyük üzüntüler doğurur. Ulusu, ıstanbul Hükümetine karşı istenilmeyen davranışlara sürükleyecek niteliktedir. Çok içtenlikle söyleyeyim ki ulus, her türlü iradesini kullanabilecek güçtedir. Yapacaklarını önleyebilecek hiçbir kuvvet yoktur. ıstanbul Hükümetinin olumsuz girişimlerini hiçbir yerde, hiçbir kimse yürütemeyecektir. Ulus, çizdiği program içinde çok kesin ve belirli adımlarla amacına doğru yürümektedir. ıstanbul Hükümetinin şimdiye değin olan engelleyici davranışlarının hiçbir yerde hiçbir etki yapmamakta olmasıyla gerçek durumun sizce anlaşıldığı kuşku götürmez.

ıngilizlerin gösterdikleri yolda kurtuluş çaresi aramak da yersizdir ve sonucu düş yıkımıdır. Kaldı ki, ıngilizler de en sonunda gücün ulusta olduğunu anlayarak hiçbir dayanağı olmayan ve ulus adına hiçbir yükümlülüğe giremeyen, varsa bile bunu ulusa benimsetemeyecek olan bir hükümetle sonuçlu bir işe girişilemeyeceğine inanmışlardır…..

Bütün dilekler şu noktada toplanmıştır: Hükümet, yasal (meşru) olan ulusal akıma karşı gelmekten vazgeçerek Kuvayi Milliye’ye dayansın ve her türlü girişiminde ulusun isteklerini önder bilsin!

Bunun için de, ulusal varlığı ve iradeyi temsil edecek olan Meclisi Mebusan’ın en kısa zamanda toplanmasını sağlasın!…..

Sivas Kongresi Hazırlıkları

Baylar, Sivas’ta toplanmasını sağlamaya çalıştığımız Kongreye her yerden delege seçtirmek ve onların Sivas’a gelmelerini sağlamak için, Amasya’da başlamış olan çalışma ve yazışmalar daha sürüp gidiyordu. Bütün komutanlar ve her yerde birçok yurtseverler, olağanüstü çaba gösteriyorlardı. Fakat yine her yerde olumsuz ve aleyhte propagandalar ve özellikle ıstanbul Hükümetinin engelleyici önlemleri işi zorlaştırıyordu.

Bazı yerlerden, hem delege seçmiyorlar, hem de halkın içgücünü kıracak ve herkesi umutsuzluğa sürükleyecek karşılıklar veriyorlar. Örneğin, Yirminci Kolordu Komutanı adına Kurmay Başkanı Ömer Halis Bey’in ıstanbul’dan alınan bilgileri kapsayan 9 Ağustos 1919 günlü şifresinde şu maddeler ilgi çekici görüldü:

1- ıstanbul delege göndermiyor. Orada yapılan işleri uygun görmekle birlikte, atılgan bir duruma girmek istemiyor.

2- ıstanbul’dan delege göndermek olanak dışındadır. Önerilen kişiler, orada verimli, başarılı iş göreceklerine güvenemediklerinden, boşuna para harcamamak ve yolculuk sıkıntıları çekmemek için yola çıkmıyorlar.

(Bilindiği gibi bazı kişileri özel mektupla da çağırmıştık.)

Biz, dört bir bucaktan delege seçtirmek ve göndertmekte karşılaşılan güçlükleri yenmeye çalışırken, öte yandan kongre için en güvenilir yer olarak seçtiğimiz Sivas’ta da bir telaş ve heyecan başladı.

Baylar, burada sırası gelmişken söyleyeyim ki, ben Sivas’ı gerçekten her yönden güvenilir saymış olmakla birlikte, daha Amasya’da iken Sivas’a gelen bütün yolar üzerinde uzaktan ve yakından her türlü askeri önlem ve düzeni aldırmayı da uygun bulmuştum.

Sivas Valisinin Kaygıları

Sivas’taki heyecan şöylece anlaşıldı. 20 Ağustos günü öğleyin Sivas’taki Vali Reşit Paşa’nın istemesiyle telgraf başına çağırıldığım zaman, paşanın uzun bir teli veriliyordu. O tel şudur:

Erzurum’da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

ılkin, sizi rahatsız ettiğimden dolayı beni bağışlamanızı diler, sağlığınızı sorarım. Ne iş için rahatsız ettiğimi aşağıda bildiriyor ve açıklıyorum efendim. Görünüşte, Fransızlara ait kurumları teslim almak, gerçekte buraların durumu üzerinde incelemeler yapmak için, Cizvit papazları ile birlikte önceki gün ıstanbul’dan Sivas’a gelerek valilik katını ziyaret eden Fransız subaylarının bu ziyaretlerine karşılık dün sabah yanlarına gitmiştim. Ziyaret ve konuşmanın sonunda orada bulunan Fransız binbaşılarından Jandarma Müfettişi Bay Brüno (Brunot), biraz özel görüşmek istediğini söyleyerek beni başka bir odaya aldı. Söylediği sözleri olduğu gibi aktarıyorum:

“Mustafa Kemal Paşa ile Kongre üyelerinin Sivas’a gelip burada bir kongre yapacaklarını işittim. Bunu ıstanbul’dan gelen Fransız subayları söylediler. Sizinle böylesine içtenlikle konuşur ve kişiliğinize karşı pek çok saygı beslerken bu işi benden saklamanıza çok üzüldüm.” dedi. Ben de gereken karşılığı vererek kendisini inandırmaya çalıştımsa da son söz olarak: “Eğer Mustafa Kema1 Paşa Sivas’a gelir ve burada kongre toplamaya kalkışırsa beş on gün içinde buraların işgalinin kararlaştırıldığını kesin olarak biliyorum. Sizin kişiliğinize beslediğim saygı dolayısıyla bunu haber veriyorum. ınanmazsanız, iş olup bittikten sonra inanırsınız. O vakit yurdunuzu uçuruma sürükleyenler arasına siz de girmiş olursunuz.” sözlerini söyledi. Dahiliye Nazırlığından dün aldığım şifre tel de, başka türlü yazılmakla birlikte gene bu kanıyı uyandıracak nitelikte idi. Yeni gelen Fransız subaylarından biri dün Kolordu Komutanı ile uzun uzadıya görüşerek kongre konusunda Komutan Beyefendinin düşüncesini anlamaya çalıştığı gibi, bu sabah da Bay Brüno bana gelerek, alafranga saat üçte, öbür Fransız subaylarıyla birlikte kongre üzerine görüşüleceğini, ama kendisinin aradaki dostluk dolayısıyla daha önce benimle ayrı görüşmek istediğini bildirdi. Bir süre konuşulduktan sonra sonuç olarak şunu da söyledi: “Ben dünden beri bu iş üzerinde pek çok düşündüm. Sonunda şuna karar verdim ki, eğer Mustafa Kemal Paşa ile Kongre üyeleri, Sivas Kongresinde ıtilâf Devletlerine karşı kışkırtıcı davranışlarda bulunmazlar ve onlar için saldırgan bir dil kullanmazlarsa kongrenin toplanmasında hiçbir sakınca yoktur. Ben kendim General Franşe Despere’ye (Faranchet d’Esperey) yazar, Mustafa Kema1 Paşa için çıkarılan tutuklama buyruğunu geri aldırır ve kongrenin toplanmasına engel olunmaması için Dahiliye Nazırlığından size buyruk göndertirim. Fakat şu koşulla ki, siz de benden hiçbir şey saklamayacaksınız ve içten dostluğumuzu gözeterek birbirimize karşı hep açık bir dil kullanacağız. Yalnız kongrenin toplanacağı günü öğrenmek gerekir” dedi. Ben de kendisine bu konuda kesin bir şey bilmediğimi ve öğrendiğimde kendisine bildireceğimi ve aradaki dostluk dolayısıyla hiçbir şeyi saklamayacağımı söyledim. Binbaşının işgal konusunda dünkü kesin sözlerine karşın bugünkü yumuşaklığının nedenini, en ince ayrıntıları kavrayan yüksek görüşlerinize sunmayı ödev bilir ve bu konuda sözü uzatmayı gereksiz sayarım. Açıkça anlaşıyor ki, bunların düşüncesi kongreyi Sivas’ta toplatmaya yanaşmış görünerek, kongrenin yüce üyeleriyle (heyet-i kiramıyla) sizi burada toplamak ve el altından hazırlıkta bulunarak bütün arkadaşları ele geçirmekten ve hem de işgali olupbittiye getirmekten başka bir şey değildir. Dün akşam Dahiliye Nazırlığından aldığım şifre tel de, başka biçimde yazılmış olmakla birlikte, aşağı yukarı gene bu nitelikteydi. ışte ben her gerçeği, saklı tutulmak ricasıyla sizlerin bilginize sunuyorum. Bundan sonra tutulacak yolun çizilmesi size düşer. Düzenli dolaplı bir tehlikenin bu denli yakın ve sanki elle tutulacak kadar görünmekte olduğunu bilip dururken, durumu size (zâtı âlilerine) bildirmemeyi ve sonuç olarak Sivas’ta kongre toplamaktan vazgeçilmesini önermemeyi vicdanıma sığdıramadım. ışte bunun için sizden (zâtı devletlerinden) ve orada bulunan öbür yüksek arkadaşlardan pek çok rica ederim ki, ikinci bir kongrenin toplanmasına kesin gereklik yoksa vazgeçilsin. Gereklik varsa, dört yandan ele geçirilmesi pek kolay olan Sivas’ın toplantı merkezi olmasından vazgeçilerek, düşmanın kolayca işgal olasılığı pek uzak olan Erzurum’da ya da uygun görülürse Erzincan’da toplanma yoluna gidilmesini yurdun esenliği adına çok rica ederim. Kolordu Komutanı Salâhattin Beyefendi de, bu konudaki görüşlerini ayrıca Kâzım Paşa Hazretleri aracılığıyla size yazacaklardır. şimdi yanımda bulunan eski Sivas milletvekili Rasim Bey de eski Erzurum milletvekili Hoca Raif Efendi Hazretlerine bu konudaki bilgi ve düşüncesini kapsayan bir tel çekecektir. Elbette okuduktan sonra Hoca Raif Efendi Hazretlerinin Ilıca’dan dönüşünde kendilerine yollamak iyiliğinde bulunursunuz. ışte efendim, durum böyledir. Söz götürmez yurtseverliğinize karşı sizi daha çok rahatsız etmekten çekinir ve karşılık olarak göndereceğiniz buyruğunuzu beklerim, efendim. ışte Rasim Bey’in teli.

Reşit

Bu tele orada verdiğim yanıtı olduğu gibi bilginize sunacağım. Ertesi gün, Heyeti Temsiliye adına da aynı anlamda uzun bir tel çekilerek yatıştırmaya ve inandırmaya çalışıldı. (belge: 43) Ayrıca, Kadı Hasbi Efendi’ye de aracılı bir tel çekildi. (belge: 44) Kolordu Komutanına da gerektiği gibi yazıldı. (belge: 45) Rasim Bey’e de, gönlünün rahatlaması için, kendim yazdım. (belge: 46)

20 Ağustos 1919

saat: 1 sonra

Sivas Valisi Reşit Paşa Hazretleri’ne

Verdiğiniz bilgiye ve yüksek görüşlerinize özellikle teşekkürlerimi sunarım. Bay Brüno ve arkadaşlarının gözdağı vermek için söylediklerini yüzde yüz kurusıkı sayarım. Sivas Kongresinin toplanması yeni bir şey olmayıp

Devamı 8. Sayfada..

Etiketler: Nutuk, Nutuk 07. Bölüm, Nutuk Tam Metni, Nutuk ve Atatürk
 

KaRNeC

Yönetim Ekibi
Yönetici
Cvp: Nutuk (Söylev) 1919-1927 - Mustafa Kemal Atatürk

aylardan beri dünyaca bilinen bir iştir. Tuhaftır ki, ıstanbul’da bulunan yetkili Fransız siyasa adamlarının da bana gönderdikleri haberler, Anadolu’da ulusça girişilen işlerin pek haklı ve yasal olduğu ve ulusumuzun istekleri kendilerine açıkça bildirilirse iyi karşılayacaklarını ve uygulanmasını üzerine alacaklarını gösterir yazılı güvenceyi şimdiden vermeye hazır oldukları yolundadır. Bay Brüno’nun ikinci görüşmede ağız değiştirmesi ve yumuşaması bizleri kazanmak için olsa gerektir. Binbaşı Brüno’nun dediği gibi, Fransızların beş on günde Sivas’a girmeleri o kadar kolay bir şey değildir. şunu hatırlamanız gerekir ki, ıngilizler bu konuda gözdağı vermekte daha ileri giderek Batum’daki askerlerinin Samsun’a çıkarılmasına karar verdiler ve dahası, özellikle beni korkutmak için, bir tabur da çıkardılar. Ama bu çıkarmaya karşı, ulusun güçlü bir dayanç ve inan ve ateşle karşı koyacağı gerçeği kendilerince anlaşıldıktan sonra hem kararlarından dönmek, hem de Samsun’a çıkarmış oldukları askerleriyle birlikte orada bulunan taburu alıp götürmek zorunda kalmışlardır. Sivas Kongresinde görüşülecek konularda, Erzurum Kongresi Bildirisinden kolayca anlaşılacağı üzere, ıtilâf Devletlerine karşı kışkırtmalarda bulunmak gibi amaçlar güden hiçbir yön kesinlikle yoktur. Burada şunu da bilginize sunayım ki, ben ne Fransızların ne de herhangi bir yabancı devletin yardımlarına gönül indirecek kimselerden değilim. Benim için en büyük barınma yeri ve yardım kaynağı ulusumun kucağıdır. Kongrenin gerekliği, zamanı ve toplantı yeri üzerine etki yapacak bir davranış, benim kendi kararımın çok üstünde geçerliği bulunan ulus kararına bağlıdır. Yalnız, düşündüğünüz gibi Fransızların, kongre üyelerinin Sivas’ta toplanmasını ister görünerek, sonradan bu üyeleri ele geçirebilmesi bence çok uzak kuruntulardandır. Bütün bu sözlerimi, olduğu gibi Bay Brüno’ya söylemenizde de hiçbir sakınca görmüyorum. Böylece, ulusumuzun, haklarını korumak ve bağımsızlığını savunmak için Erzurum Kongresi Bildirisiyle bütün dünyaya olduğu gibi kendilerinin ıstanbul’daki siyasal temsilcilerine de bildirmiş olduğu temel kararları uygulamaktan çekinmeye hiçbir şekilde yer olmadığı Bay Brüno’ya ve arkadaşlarına anlatılmış olur. Bay Brüno bilmelidir ki, Fransızların Sivas’ı işgale karar vermeleri, kendilerine pek pahalıya mal olabilecek yeni kuvvetlerle ve çok paralarla yeni bir savaşa karar vermelerine bağlıdır. Böyle bir kararı Jandarma Binbaşısı Bay Brüno ile arkadaşları düşünseler bile, Fransız ulusunun böyle bir karara uyabileceği sanılamaz.

Milletvekili Rasim Bey’in Raif Efendi Hazretlerine olan telyazısını okudum. Korkmaya yer olmadığının kendilerine lütfen duyrulmasını rica ederim.

Gerek bana ulaştırdığınız bilgi ve düşüncelerinizi, gerekse Rasim Bey’in telyazını Heyeti Temsiliye’ye olduğu gibi sunacağım. Bundan dolayı, Sivas Kongresi ile ilgili kesin karar, ancak Heyeti Temsiliye’nin görüşmeleri sonunda belli olacaktır. Alınacak karar elbette size bildirilecektir. Yalnız bugün için ricam, Brüno’nun gözdağı verdiğini halka duyurmamanız, böylece içgücünün kırılmasını önlemenizdir. Saygılarımın kabulünü, Salâhattin ve Refet beyefendilere de selamımın ulaştırılmasını rica ederim saygıdeğer Paşa Hazretleri.

Mustafa Kemal

Verilen yanıt üzerine Reşit Paşa’dan alınan ikinci tel:

Ben anlayabildiğim kadarını sizlerin bilginize sunmakla vicdan ödevimi yerine getirmiş oluyorum. ıstanbul’daki Fransız siyasa adamlarının görüşlerini ve size verdikleri sözlere güvenilip güvenilemeyeceğini kestiremem. Söz götürmez yurtseverliğiniz açısından yurdun esenliği söz konusu olduğuna göre, iyice düşünerek gereken yolun tutulması sizlerle, yüce Kongre üyelerinden orada bulunan saygıdeğer kişilere düşer. Buyruklarınızı yerine getireceğimi bildirir, saygılarımı sunarım efendim.

Reşit

Baylar, Diyarbakır ve Bitlis dolaylarındaki halkı aydınlatmak düşüncesiyle, oralarda ordu komutanı olarak bulunduğum sıralarda kendileriyle tanıştığım birtakım ileri gelen kişilere özel mektuplar yazdım ve Van, Bayazıt çevrelerinde bulunan bazı aşiret başkanlarıyla da bağlantı ve ilişki kurdum (belge: 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53).

Erzurum’dan Ayrılma Gereği

Daha sonra baylar, Ağustos içinde her yerde birtakım delegelerin Sivas’a yollandıkları ve kimilerinin de Sivas’a varmaya başladıkları anlaşıldı. Sivas’a varan delegeler bizim ne zaman yola çıkacağımızı sormaya başladılar.

Artık Erzurum’dan ayrılmak gerekiyordu. Ama, şimdiye değin verdiğim bilgiden anlaşılmıştır ki, Sivas Kongresi doğu ve batı illerinin ve Trakya’nın, yani bütün ülkenin birliğini sağlamak amacını güdüyordu. Bunun için, bu kongrede doğu illeri delegelerinin bulunması gerekirdi. Bu illerden Sivas Kongresi için delegeler seçtirmeye kalkışmak elverişli olmayan bir düşünceydi. Erzurum Kongresinde bulunan delegelerin de Sivas’a götürülmeye kalkışılamayacağı da anlaşılıyordu. Kaldı ki, geldikleri yerlerden Vilâyatı şarkiye Müdafaai Hukuku adına yetki almış olan bu delegelerin daha genel bir amaca ilişkin yetkileri de yoktu. Gene bu nedenle, Erzurum Kongresinin Sivas Kongresine doğu illeri adına bir delege topluluğu göndermeye yetkisi olmayacağı da ortada idi.

Yeniden delege seçtirmeye kalkışmak ne ölçüde işe yaramaz idiyse, birtakım kuramsal düşüncelerin çerçevesi içinde sıkışıp kalmak da o ölçüde işe yaramazdı.

En kolay ve çıkar yol, Vilâyatı şarkiye Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesini Sivas’a götürüp kongreye katmaktı.

Üyelerden Mutki aşireti başkanının, Mutki dağlarından dışarı çıkmaktan korktuğunu ben kendim bilirdim. Siirt Milletvekili Sadullah Bey ortada yok.

Servet ve ızzet Beyler, kongre biter bitmez birer özür bildirerek Trabzon’a gitmiş bulunuyorlar.

Erzurum’da Rauf Bey ve Raif Efendi var. Raif Efendi de özür bildiriyor.

Yolumuzda, Erzincan’da şeyh Fevzi Efendi’yi bulabileceğiz.

Servet ve ızzet Beyleri çağırdım; gelmediler. Raif Efendi’ye bizimle gelmesi için rica ettik, kabul etti.

Sonunda, Heyeti Temsiliye üyesi olarak, Erzurum’dan üç kişi, Erzincan’dan bir kişi ve Sivas’ta bulduğumuz Bekir Sami Beyle beş kişi olduk ve Sivas Kongresini meydana getiren delegelerin belgelerini incelemek gereği duyulduğu zaman, ben, orada şöyle bir belge yazdım ve altını Heyeti Temsiliye mühürü ile mühürledim.

Heyeti Temsiliye’den:

Mustafa Kemal Paşa

Rauf Bey

Din bilginlerinden (ulema) Raif Efendi

şeyh Fevzi Efendi

Bekir Sami Bey

Yukarıda adları yazılı kişiler, Doğu Anadolu adına Sivas Kongresinde bulunmak üzere Erzurum Kongresince görevlendirilmişlerdir.

Mühür

Baylar, Erzurum’dan çıktığımız gün, 29 Ağustos 1919′ dur.

Sivas Yolunda

Amasya’dan Erzurum’a gelirken Sivas’ta küçük bir öyküye konu olan olayı unutmamışsınızdır. Tuhaftır ki, Erzurum’dan Sivas’a giderken de buna benzer küçük bir durumla karşılaştık.

Erzincan’dan batıya doğru yola çıktığımız günün sabahı, Erzincan boğazına gelir gelmez, birtakım jandarma erlerinin ve subaylarının heyecanlı ve korkulu bir davranışla otomobillerimizi durdurduklarını gördük.

Durumu açıkladılar: “Dersim Kürtleri boğazı tutmuşlardır. Tehlike var. Geçilemez.”

Bir subay, kuvvet gönderilmesini merkeze yazmış, o kuvvet gelince gerekli düzenlemeyi yapacak, saldırıp haydutları püskürtecek ve yolu açacakmış…

Pek iyi ama, bu haydutların kuvveti nedir; neresini, nasıl tutmuş; ne kadar kuvvet gelecek, ne zaman gelecek?

Bu bilmeceler çözülünceye değin, geriye Erzincan’a dönmek ve kim bilir kaç gün beklemek gerek! Bizim ise işimiz pek ivediydi. Ben Erzurum ile Sivas arasındaki yolu belli süre içinde aşıp belli günde Sivas’ta bulunamazsam· şurada burada, şundan ya da bundan ötürü korktuğum ve beklediğim, Sivas’ta ve her yerde duyulursa bozgun başlayabilir, işler altüst olabilirdi.

Öyleyse karar? Tehlikeyi göze alıp yola devam etmek. Başka türlü de yapamazdık. Yalnız küçük bir düzenleme yapmayı uygun buldum.

Ellerinde hafif makineli tüfekler bulunan özverili arkadaşlarımızdan birkaçını (şimdi bir alay komutanı olan Osman Bey, ki Tufan Bey adıyla tanınmıştır, bunların başında idi) bir otomobil ile kendi otomobilimizin önüne geçirdik. Sağdan soldan gelecek, uzaktan açılmış ateşlere önem verilmeyerek otomobiller hızla karayolu üzerinde ileri yürümeye devam edecekler. Vurulan, ölen olursa onlarla ilgilenilmeyecek… Tam karayolu üzerinde ve yakınında, yolu kapayan haydutlarla karşılaşılırsa hepimiz otomobillerden atlayacağız ve bunlara saldırarak yolu açacağız ve kalanlar gene, kullanılabilecek durumda olan otomobillere binerek ve hızla ilerleyerek yola devam edecekler… ışte verilen buyruk da buydu…

Bu düzenleme ve davranışı akla uygun ve güvenilir görmeyenler bulunabilir. Gerçi o günlerde Elazığ Valisi Ali Galip Bey’in Dersim’de (Tunceli) dolaştığı ve bazı oyalayıcı işler yapmaya ve türlü düzenler kurmaya çalıştığı biliniyor idiyse de, açıklayayım ki ben, herşeyden önce, boğazın gerçekten tutulduğuna inanmadım. Bunu, ıstanbul Hükümeti’nin yardakçısı olabileceğini sandığım bazı kimselerin, özellikle beni durdurmaya zorlamak için uydurdukları bir düzen saydım. ıkincisi, Dersim Kürtleri boğazı tutmuşlarsa bunların yapabilecekleri işin, uzak tepelerden yola ateş etmekten başka bir şey olamayacağını çok iyi kestiriyordum.

Kısacası, yürüdük, boğazı geçtik ve 2 Eylül 1919 günü Sivas’a vardık. Halkın, kentin çok uzaklarından başlayan büyük ve parlak gösterileriyle karşılandık.

Üçüncü Kolordu Komutanı olan Salâhattin Bey Sivas’ta bulunuyordu. Vali Paşa ile birlikte, kongreye gelen delegelerin yerleştirilmesinde ve Heyeti Temsiliye için lise binasının ve kongre toplantı salonunun düzenlenmesinde ve her türlü önlemin alınmasında konukseverliğe örnek olacak biçimde olağanüstü çalışmışlardı.

Refet Bey orada değildi. Nerede bulunduğunu da kimse bilmiyordu. Oysa, 7 Temmuz 1919 günlü yönergemiz gereğince, kendi bölgesi olan Üçüncü Kolordu bölgesinden ayrılmaması gerekli idi. Üstelik, tam Sivas’ta kongre toplanacağı günlerde orada bulunması uygun olacaktı. Yazışma sonunda kendisinin Ankara’da olduğu anlaşıldı. Ankara’da Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’ya “Hemen ve kesinlikle Sivas’a gönderilmesini” buyurdum. 7 Eylülde geldi. Kendisini Heyeti Temsiliye üyesi olarak kongre üyelerine tanıttım.

Baylar, bizden önce gelmiş olan delegeler, bizi beklerken, aralarında toplantılar yapmışlar ve hazırlık niteliğinde birtakım tasarılar kaleme almışlar.

Bizim varışımızdan sonra da bazı özel toplantılar ve görüşmeler olmuş ve bu kez bazı kararlar da verilmiş. ızin verirseniz, çok özel bir niteliği olduğu için, bu noktayı açıklayayım:

Sivas Kongresi Açılıyor

Sivas Kongresi 1919 Eylülünün 4′üncü Perşembe günü öğleden sonra saat ikide açıldı.

Öğleden önce delegeler arasında bulunan ve öteden beri kendisini tanıdığım Husrev Sami Bey yanıma gelerek şöyle bir haber verdi: Rauf Bey ve başka bazı kişiler, Bekir Sami Bey’in evinde özel bir toplantı yapmışlar ve beni başkan yapmamaya karar vermişler. Arkadaşların, özellikle Rauf Bey’in, böyle bir davranışta bulunacaklarını hiç ummadım ve Husrev Sami Bey’in, açık söyleyeyim ki, biraz ağırca olarak, böyle yersiz sözleri bana ulaştırmaması için dikkatini çektim. Verdiği haberin doğru olmasının olanağı, olasılığı bulunmadığını, arkadaşlar arasında yanlış anlayışlara yol açacak sözler söylemenin uygun olmadığını da sözlerime ekledim.

Baylar, ben bu kongrede başkanlık işine önem vermiyordum. Başkanlığa, belki yaşlı bir kişinin getirilmesinin uygun olacağını düşünüyordum. Bu yüzden kimi arkadaşların da düşüncelerini sordum. Bu arada, kongre salonuna girmezden önce koridorda Rauf Bey’e rastladım. “Kimi başkan yapalım?” dedim. Rauf Bey, hemen hemen heyecanlı bir sesle, önceden söylemeye hazırlanmış olduğu o andaki durumundan anlaşılan bir davranışla ve keskin bir dille: “Sen başkan olmamalısın!” dedi. Hemen Husrev Sami Bey’in verdiği haberin doğruluğuna inandım ve elbette üzüldüm. Her ne kadar Erzurum Kongresi’nde de benim başkanlığımı sakıncalı görenler var idiyse de onların ne biçim insanlar olduklarını açıklamıştım. Bu kez, en yakın arkadaşlarımın da o anlayışı belirtmeleri beni düşündürdü. Rauf Bey’e: “Anladım, Bekir Sami Bey’in evinde aldığınız kararı bana bildiriyorsun.” dedim ve yanıtını beklemeksizin yanından uzaklaşarak kongre salonuna girdim.

Kongrenin açılmasından sonra ilk söz alan bir yüksek kişinin, kongre tutanağına olduğu gibi geçirilen şu sözlerini işittik:

“Efendim, şimdi elbette başkanlık sorunu söz konusu olacak. Ben başkanlık görevinin birer gün ya da birer hafta sürmek üzere nöbetleşe yapılmasını ve üye adlarının ya da temsil edilen il ve sancak adlarının baş harflerine göre alfabe sırasıyla yapılmasını öneriyorum.”

Baylar, öyle şaşılacak bir rastlantıdır ki, bu öneriyi yapanın temsil ettiği ilin adı da, kendi adı da alfabenin ilk harfi (Elif) ile başlıyordu. Ben, çağrıyı yapan kişi olarak, bir söylevle (belge: 54) Kongreyi açtıktan sonra, geçici olarak başkanlık yerinde bulunuyordum.

“Bu neden gerekiyor efendim?” diye sordum.

Öneriyi yapan:

“Böylece işin içine senlik benlik karışmamış olacağı gibi dışarıya karşı da, eşitliği gözettiğimiz için, iyi bir etki yapılmış olur.” dedi.

Baylar, ben yurdun, öneriyi yapanla birlikte bütün ulusun, hepimizin nasıl bir felaket çıkmazında bulunduğumuzu göz önüne getirerek, kurtuluş çaresi olduğuna inandığım girişimleri bitmez tükenmez güçlükler ve engellere karşın maddesel ve ruhsal bütün varlığımla yürütmeye çalışırken, benim en yakın arkadaşlarım, daha dün ıstanbul’dan gelmiş ve elbette işlerin içyüzünü bilmeyen, saygı duyduğum yaşlı bir kişinin diliyle bana senlikten benlikten söz ediyorlar.

Bu öneriyi oya koydum. Çoğunlukla kabul edilmedi. Başkan seçimini gizli oya koydum. Üç üye dışında bütün üyeler oylarını bana verdiler.

Sivas Kongresinin Üzerinde Durduğu ışler

Sivas Kongresi’nin gündemi, Erzurum Kongresi’nin tüzük ve bildirisi ve bir de bizden önce Sivas’a gelmiş olan yirmi beş kadar üyenin düzenlediği bir andırıdan (muhtıra) oluşacaktı.

ılk açılış günü olan 4 Eylül günü ile Eylülün beşinci ve altıncı günleri, yani üç gün, ıttihatçı olmadığımızı açıkça belirtmek için andiçmek gereğini konuşmakla ve ant örneğini düzenlemekle; Padişaha sunulacak yazıyı yazmakla ve Kongrenin açılışı dolayısıyla gelen tellere karşılık vermekle ve daha çok da, Kongre siyasayla uğraşacak mı, uğraşmayacak mı konusunun tartışılmasıyla geçti. ıçinde bulunulan savaşım ve uğraşmalar, siyasadan başka bir şey değilken bu son tartışmalara şaşılmaz mı?

Sonunda Kongrenin dördüncü günü, asıl konuya geldik ve o gün, Erzurum Kongresi Tüzüğünü görüşerek hemen sonuca bağladık. Çünkü, Erzurum Kongresi Tüzüğünde yapılması gereken değişiklikleri önceden hazırlamış ve gerekli gördüklerimizi bu konuda aydınlatmış bulunuyorduk.

Bununla birlikte, yapılan değişiklikler, sonradan bazı direnmelere, anlaşmazlıklara ve birçok yazışma ve tartışmalara yol açtığı için, bu değiştirilen noktaların önemlilerini bildireceğim.

1- Derneğin adı “şarki Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti” idi, “Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti” oldu.

2- “Heyeti Temsiliye Doğu Anadolu’nun bütününü temsil eder.” sözü yerine “Heyeti Temsiliye yurdun bütününü temsil eder.” dendi. Üyeler arasına da daha altı kişi katıldı.

3- “Her türlü işgali ve işimize karışmayı Rumluk ve Ermenilik örgütleri oluşturma amacıyla yapılmış sayacağımızdan elbirliğiyle savunma ve

Devamı 9. Sayfada..

Etiketler: Nutuk, Nutuk 08. Bölüm, Nutuk Tam Metni, Nutuk ve Atatürk
 
kampanyalar | replika saat | replika saat | ajans pr | ixfy.net | sözlük | sektörel haberler | Türkiye'nin en güncel ekonomi ve finans sitesi altin.us ile güncel altın fiyatlarını, dolar kuru ve euro kurunu takip edebileceğiniz gibi yatırım tavsiyeleri ile bankaların güncel kredi ve mevduat faiz oranlarını takip edebileceğiniz sitemizde altın fiyatları ya da dolar kuru takip sayfalarını takibe alabilirsiniz.

Instagram mavi tik almak artık daha kolay. Instagram / Facebook Account Verification, Instagram hesap onayı için sizin adınıza çalışmalarınızı yapıyoruz. Siz de güvenli bir şekilde instagram hesap onaylayan ajans arayışı içindeyseniz bizimle iletişim kurabilirsiniz. Mavitik.net sayfasından detaylı bilgileri edinebilirsiniz. 

Üst